52
"Saray yavrusu gibi."
"Ben hemen ateşi yakayım, sen otur, şimdi sıcacık olur burası. Gözlerin çok güzelmiş. Burada annemden güzel bir kız görmemiştim çok uzun zamandır." Rabbani ona gülümsedi. "Kız değil; savaşçı desek sevinirim."
"Güzel savaşçı diyeyim o zaman." Güldüler.
Armağan çalı çırpıyla ateş yaktı ve onu kalın odunlarla desteklemişti. Üste su dolu çaydanlığı koymuştu.
Ateş başına kurulmuşlardı.
Armağan olayı ve içinden geçen düşünceleri anlatırken ateşteki iki iri patatesin kokusu yayıldı içeri.
"Patates sever misin?"
"Kızartmasına bayılırım?"
"Zeytinyağımız yok maalesef... İlkellik ve yokluk kadar güzel ve ders verici bir şey yok. Her şey çok net ve basit. Şımarmaya vaktin olmuyor. Gurur sıfır. Bulduğunu hüp götürüyorsun mideye. İsraf sıfır. Şehirde her gün tonlarca ekmek çöpe atılıyor."
Rabbani güldü: "Çıldırmak güzel."
"Belki de; ama sen de ölmüş ve dirilmiş gibi bakıyorsun."
"Çok acım."
Armağan patatesin birini közden çıkarıp ona tahta kap üzerinde uzattı.
Rabbani yemeye başladı harıl harıl. Elleri ve ağzı yanıyordu; ama umursamıyordu.
"Nasıl hayatta kaldın?"
"Böcek, böcek larvası, ottan şeyler... leşler... ne bileyim..."
Armağan güldü. Ahşap bardağa kaynayan çaydanlıktan su, nane ve bir takım başka otlar koydu: "Bitki çayı süperdir." Armağan gidip tahta tabakla mantar yemeği getirdi, yanında bir parça da ekmek vardı.
Rabbani onlara saldırır gibi yiyordu kaşıkla.
"Ailen nerede
"Bilmiyorum. Bir yere gitmiş olmalılar."
"Senin hikayen nedir?"
"Boş ver."
Armağan üzüldü, daha ses etmedi. Rabbani de bir şey demedi. Yemeği bitmişti: "Yemek için teşekkür ederim! Ben gideyim."
"Delirdin mi? Kal bizle. Ne acelen var. Yatıp dinlenirsin."
"Gitmem gerek. Çok önemli bir işim var."
"Ben sana yardım edebilirim."
"Sen ailene lazımsın."
Armağan, "bekle" işareti yaptı ve az sonra ona küçük bir çanta uzattı: "Acıkırsan yersin."
"Bu çok iyi oldu!"
Rabbani çantayı omzuna astı.
"Beni unutma. Zorda kalırsan gelebilirsin. Burayı evin gibi bil lütfen."
Rabbani onun omzuna dokundu: "Teşekkür ederim, dostum!"
Rabbani orada kalmak istememişti; eğer kalırsa amacını bırakacağını biliyordu. Yarım saat kadar sonraydı. Kar yağmaya başlamıştı. Rabbani geyik izleri fark etmişti. İzleri heyecanla incelerken gittikleri yönü bulmaya çalıştı. İzler bir noktadan sonra karla tamamen silinmişti ve sadece ağaç altında kalanlar belirginliğini koruyordu. İzlerin tazeliğini eliyle yokladı. Olsa olsa en fazla bir saat önce buradan geçmiş olmalıydılar. Arkasında bir ses duydu. Kar gıcırtısı duydu. Bir şey ona yaklaşıyordu. Eğilip baktı. Bu bir domuzdu. Bir ayağı topaldı. Ağacın orada eşeleniyordu. Bu Armağan'ın söz ettiği topal domuz olmalıydı. Mızraklardan birini hazırladı, ondan güzel et çıkarıyordu. Duraksadı. Domuz bakışlarını ona çevirmiş pis pis bakıyordu. Ne kadar çirkin bir şeydi bu. Bu topal ve zavallı şey iğrenç görünüyordu. O acınası varlığı öldürmek istemedi. İçinden gelmiyordu ki. Zaten erişkin bir domuza da benzemiyordu. Domuz pufladı öfkeyle. Garip bir sesle öfkesini gösterdi ve atıldı. İğrenç bir çığlık atıyordu. Rabbani gülme ve korku arasında salladı bir an ve en yakınına düşen ağaca tırmanmakta buldu çareyi. "Ne kızdın be, yürü git işine domuzcuk!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSA YERYÜZÜNDE
Misterio / SuspensoZengin aile şehirden kaçıp vahşi ormana sığınmak zorunda kalmıştır, bir mağarada yaşamaktadırlar ilkel insanlar gibi, babanın peşinde bir mafya vardır. Aile ormanda hayatta kalmaya çalışırken birçok zorlukla karşı karşıyadır. Evin 14 yaşındaki oğlu...