BÖLÜM-70

1.8K 63 0
                                    

HELYA

İçimdeki sıkıntı git gide koca bir çığ gibi büyürken odanın içinde kaç tur attığımı unutmuştum. Aslında bir yerden sonra saymayı bıraktım desem daha doğru olurdu. Aksel hala gelmemişti. Bir süre evde diğerleriyle bekledim. Ancak gelmiş olsa bile yanımıza değil de kendi evine gidebileceği fikriyle bir saat önce Kuzey’den anahtarı alıp Aksel’in dairesine geçtim. Zaman sanki akmayı unutmuştu. Duvardaki saate baktım. İki dakika önce yaptığım gibi.

Sıkıntıyla oflarken dış kapıda duyduğum kilit sesiyle adımlarım durdu. Aksel kapıyı açıp elindeki anahtarı portmantodaki kâsenin içine attı. Parmaklarıyla alnını ovalayarak içeri girerken beni fark etmemişti. Odanın ortasına geldiğinde kafasını kaldırdı. Beni görmeyi beklemediğini biliyordum. Muhtemelen beni kendi evimde sanıyordu.

Yüzünden kısa bir şaşkınlık ifadesi geçerken, “Gece güneşi?” dedi. Yüz hatları solgun, her zamanki gibi sert duruyordu. Gece karaları yorgundu. Onda görmeye alışık olmadığım kadar yorgun…

“Ben de seni bekliyordum,” dedim çekinerek. Olanları merak ediyordum. Konuşma nasıl geçmişti, sonuç ne olmuştu bilmiyorum. Belki de yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacı vardı. Bunu düşünememiştim. Sadece onu deli gibi merak etmiş ve kendimi burada bulmuştum. “Ama eğer gitmemi istersen…” dedim sorarcasına.

Vereceği en ufak onay hareketiyle gidebilirdim. Ancak istemiyordum. Sadece ona sıkıca sarılmak istiyordum. Solgun dudakları hafifçe kıvrılırken hafifçe güldü. Birkaç adımda yanıma geldi.

“Yaşadığım müddetçe sana git diyebileceğim bir an olabilir mi acaba?” dedi.

Uzun kolları anında belime dolanırken burnumu sıcak boynuna koyup derin bir nefes aldım. Hayat, onun kokusunda gizlenmişti. Aldığım her nefeste biraz daha yaşatıyordu beni. Parmaklarımın üzerinde yükselip kollarımı sıkıca boynuna sardım.

“Birileri beni çok özlemiş…” dedi. Yüzünü saçlarımın arasına gömdüğünden sesi boğuk çıkmıştı. Seslice gülerken, “Beni öldürmeye yetecek kadar…” dedim onun sözcükleriyle.

Belimi saran kolları sıkılaşsa da kendini geri çekti ve yüzüme baktı. Gözleri, yorgun gözleri bir bıçak gibi derime işliyordu.

“Bunu söylemeyi sana yasaklıyorum,” dedi ciddiyetle.

“Ama sen söylüyorsun,” dedim kaşlarımı havaya kaldırarak. Yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirdi.

“Dediğimi yap yaptığımı yapma güzelim.” Çarpık bir gülümsemeyle, “Ben de öyle yapıp yaptığını değil dediğini…”

“Ufaklık…” dedi sözümü kesip uyarırcasına.

“Ama neden?” dedim uzatarak. Parmaklarıyla omzuma dökülen saçlarımı geriye attı. Bakışları açıkta kalan boynumda dolandı. Parmaklarını çeneme, oradan yanağıma kaydırırken bakışları da parmaklarını takip ediyordu. Kirpiklerim her dokunuşuyla titrerken gözlerime baktı.

“Çünkü sen daha minik, ufacık ve yaşayacağı güzel günler olan küçük bir kadınsın,” dedi.

Her kelimeyi itinayla belirirken parmakları arsız çocuk gibi yüzümde oyalanıyordu. “Bir daha ölmekten bahsetme, yakışmıyor.” Sesi biraz bir öncekinden daha sert bir tonda çıktı.

Ölüm… Benim, onun, hiç kimsenin dudaklarına yakışmıyordu. Hayatın kaçınılmayan ve alışılmayan tek gerçeğiydi. Sadece dört harf tenimin buz kesmesine neden oluyordu.

“O zaman sen de bahsetme,” dedim huzursuzca dudaklarımı büküp omzumu silkerek. “Hatta bana söz ver… Benden önce ölmeyeceğini söz ver,” dedim gözlerimi kocaman açıp yüzüne bakarken.

GECE GÜNEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin