AKSEL
Yaklaşık iki saattir önümdeki dosyalara bakıyordum. Gözlerim acıyla sızlarken elimin tersiyle ağrıyan gözlerimi ovaladım. Kendi işimi en başta kendim halletseydim bunların hiçbiri başıma gelmeyecekti. Normalde işlerimi başkasına yaptırmak kesinlikle tercih ettiğim bir şey değildi. Fakat bir seferlik yaptığım gaflet başıma iş açmıştı. Ne diye Kuzey'e iş buyuruyorsam! O anca ayyaş gibi sızıp dursun. Sahi odaya kapandığımdan beri Kuzey'den ses soluk çıkmamıştı. Muhtemelen yeniden sızmıştı. Zaten o baş ağrısıyla uyumaktan başka ne yapabilirdi ki. Oturduğum yerden kalkıp uyuşan kollarımı gerinleştirdim. Sanırım biraz mola vermeliydim. Kalkmışken bizim ayyaşın son durumunu da kontrol etmiş olurdum en azından. Yani merak falan ettiğimden değil, zaten kahve almak için gidecektim öyle değil mi?
Odadan çıktım. Kuzey'in yattığı koltuk boştu. Haber vermeden gitmezdi. Ama ortalıklarda olmaması da hiç hayra alamet değildi. Mutfağa yönelirken aniden banyonun kapısı açıldı ve Kuzey, beline sardığı havlu ve elindeki havluyla saçlarını kurulayarak banyodan çıktı.
"Naber bebeğim." dedi yüzünde aptal bir sırıtışla. Zaten tepemde olan sinirlerim daha da zıplarken elindeki havluyu çekip suratına attım.
"Lan oğlum, ne diye yarı çıplak evimde geziyorsun!" dedim dişlerimi sıkarak. Bu adam beni birgün katil edecekti. Ayrıca o belindeki de benim havlum muydu? "Bari kendine başka havlu alsaydın pislik herif!"
"Hey, bunun rengi daha güzel."
"Siyah havlu mu güzel olan, baş belası." Yemin ederim bu adamı boğacaktım. Kesin! Net!
"Senin teninin değdiği her renk güzel Aksel'im." dedi kolunu kapıya yaslayıp gövde gösterisi yaparken.
"Kuzey..." dedim. İşte bu, son sabrımı taşırma uyarısıydı.
"Sana da iki dakika şaka yapmaya gelmiyor." dedi. Bir yandan koltuğa yönelip bir yandan da elindeki havluyla saçlarını kuruluyordu.
"Öyle mi oturacaksın. Kalk git üzerine bir şeyler giy." dedim mutfağa girerken.
Tezgahın üzerindeki kahve makinasının kahvesini ayarlayıp çalıştırdım. Şuan sinirlerime iyi gelecek tek şey sert bir kahveydi. Belki de biraz gece güneşi... Sahi sabahtan beri hala mesaj atmamıştı. Kuzey, iş, dosyalar derken benim de aramaya fırsatım olmadı. "Duygu'yla konuştun mu?" dedim bardakları ayarlarken.
"Evet, senden sonra aradım." dedi.
"Anlaşılan olaylardan bahsetmedin." Bakışları bana dönerken "Öyle mi?" dedim.
Sıkıntıyla ensesini kaşırken "Bilmiyorum, Aksel. Ondan kendimle ilgili bir şeyler saklamak isyemiyorum. Ama...biraz zamana ihtiyacım var." dedi.Kafamı anlayışla salladım. Kendini hazır hissettiği zaman anlatması en iyisiydi. Makinanın tık sesiyle kahveyi bardaklara doldururken zil çaldı. Bakışlarım Kuzey'i buldu. "Kızlar mı gelecekti?"
"Hayır. Öyle bir şey konuşmadık." dedi. Elindeki havluyu koltuğun üzerine atıp kapıya yöneldi. Bardakları alıp içeri geçerken kapıdan duyulan tanıdık sesle gözlerimi devirdim. "Tanrım! İşte karşılama diye buna derim."
Kuzey okşanan gururuyla gevrek gevrek gülerken içeriye giren ikiliye çevrilen bakışlarımla "Hoşgeldin teyze." dedim. Arsız bakışları Kuzey'in üzerinde dolaşırken "Çok hoşbulduğuma emin olabilirsin, Aksel'cim." dedi.
"Birdiniz iki oldunuz bugün başıma, hı?" Kafamı iki yana sallarken teyzem yanağıma ufak bir öpücük kondurup karşıma oturdu.
"Bu ne huysuzluk sabah sabah. Yoksa güzel gözlü sevdiğini göremedin mi hala?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE GÜNEŞİ
Ficción GeneralHelya AKSOY- Sonsuza kadar görmek istediğim tek manzara onun gözleriydi. Aksel AZEMOĞLU- Benim yeminim senin gözlerinde bozuldu. --------Bir daha görmeyecek gibi baktım yüzünün her bir detayına. Ezberlemek ister gibi. Yüzünü mıh gibi kazıdım aklıma...