HELYA
Çok değil, kısa bir zaman önce hayat benim için sadece ömrümün kalan günlerini doldurmak ve o gün geldiğinde bu dünyadan çekip gitmekti. Annemin ve babamın yanına gitmek… Benim için hayat onlardı; hiç görmediğim annem ve onun yerini her zaman sıcacık tutan babamdı. Bir de ben işte…
İstediğim okulda istediğim bölümü okuyordum ve öğretmen olacaktım. Bu benim hayalimdi. Evet, bir de bunun için yaşıyordum. Madem sadece günlerimin dolmasını bekliyordum bunu en azından hayalimin peşindeyken yapabilirdim. Şimdi, tüm bunları düşündüğümde her şeyin bir anda nasıl değiştiğini görüyordum ve hayat beni bir kez daha şaşırtıyordu. Hayat hep böyle değil miydi zaten? Hep yeni yeni bir planı vardı; son dediğin kapının ardını yeni bir başlangıca çıkarabiliyor, başlıyor dediğimiz yerde ise kapıyı suratımıza çarpabiliyordu. Hayat buydu işte; garip planları olan, şaşırtan, yoran bir yolculuktu.
Yalan yok, yorulmuştum. Kaybetmekten, acı çekmekten yorulmuştum. Sonra bir gün, yorulup düştüğümü sandığım, pes ettiğim, umudumu tükettiğim yerde elimi bir kız tutmuştu. Kim bilirdi ki o kızın bir anda hayatıma güneş gibi doğacağını, kim bilirdi ki kimsem kalmadığı zannederken gözlerinin içi gülen bir kız kardeşe sahip olacağımı… Kimse bilemezdi ve ben de bilememiştim. Öyle ani girmişti ki hayatıma, onu kabullenmek, kabullenmeye bu kadar hazır olmak beni şaşırtmıştı. Çok değil sadece bir sene önce bugün. Duygu’nun hayatıma girdiği gündü.
Sıkıca topladığım saçlarımın ucunu elimle düzeltip aynadaki yansımama baktım. Gülümseyerek… O benim dostumdu, o benim kız kardeşimdi, o benim ailemdi. Ve yüzümdeki bu gülümseme için ona sonsuza dek minnet duyacaktım.
“Şimdi de kendi kendine gülmeye mi başladın, güneşim?” Aynadan, kapının girişinde kollarını göğsünde bağlamış yaslanan Duygu’ya baktım.
“Evet, çünkü bugün önemli bir gün,” dedim arkamı dönerek. Yüzündeki eğlenceli gülümseme gergin bir hal alırken bakışlarını yere indirdi. Kafasını salladı.
“Bilmiyorum, güneşim. Bu gerçekten iyi bir fikir mi, emin değilim.” Komodinin rafını açıp ufak beyaz kutuyu aldım ve yanına gidip tam önünde durdum. Kafasını kaldırıp yüzüme bakarken hala gülümsüyordum.
“Bu geceden bahsetmiyorum ki,” dedim. “Yani tabi, bu yemekte çok önemli ama şuan ondan bahsetmiyorum.” Kaşlarını hafifçe çatıp, “Neyden bahsediyorsun?” dedi.
Elimdeki kutuyu avucumun içinde havaya kaldırdım. Bakışları önce kutuya sonra tekrar bana çevrildi.
“Bu… Annemindi,” dedim.Sesim elimde olmadan titremişti. Duygu elimdeki kutunun kapağını açtı. Dudakları hafifçe aralanırken beğenisi yüzünden okunuyordu. İnce gümüş zincirin ucundaki ufak, beyaz kalbi parmaklarının arasına aldı.
“Vay canına, bu çok zarif ve güzel,” dedi.“Aslında bu bir inci… Babam onu evlendiklerinde anneme vermek için almış. Daha doğrusu yapmış. İnciyi kendi elleriyle yontmuş ve onu küçük bir kalbe çevirmiş. ‘Beyaz saftır, temizdir. Tıpkı benim meleğimin kalbi gibi,’ derdi hep.”
“Bu çok güzelmiş. Sanırım birine verilebilecek en anlamlı hediye,” dedi.
“Annem bunu ölene kadar boynundan çıkarmamış. Beni doğurmadan hemen önce bunu bana vermesini söylemiş babama. Sanki gideceğini hissetmiş gibi… Yedi yaşında bu kutunun içinde verdi babam bunu bana. İçinde bir notla. Notta, ‘Hayatım boyunca bir babanın sevdasından bir de bu kolyenin uğurundan asla şüphe etmedim canım kızım. Sen de etme…’ yazıyordu,”
Elimdeki kutuyu ona doğru uzattım. Gözleri şaşkınlıkla aralanırken, “Al,” dedim.
“A-ama…”“Bir yıl önce bugün o bankta hayatıma girdiğinde bu kolye boynumdaydı Duygu. Sen bu kolyenin bana ilk uğrusun,” dedim. Titreyen dudaklarımı ısırdım.
“Bu gece tak bunu, benim için.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE GÜNEŞİ
Ficção GeralHelya AKSOY- Sonsuza kadar görmek istediğim tek manzara onun gözleriydi. Aksel AZEMOĞLU- Benim yeminim senin gözlerinde bozuldu. --------Bir daha görmeyecek gibi baktım yüzünün her bir detayına. Ezberlemek ister gibi. Yüzünü mıh gibi kazıdım aklıma...