BÖLÜM-72

1.6K 67 6
                                    

HELYA

Zaman… Ucu bucağı olmayan bir yoldu zaman. Ne başı belliydi ne sonu. Ve bu zamanın içinde bazen öyle anlar gelirdi ki ellerimizi uzatıp tutuvermek isterdik zamanı. Hiç geçmesin dediğimiz anlar, zamana hükmetmek istediğimiz, o ana hapsolmak istediğimiz anlar olurdu. Bazen de parmaklarımızın arasından kayıp gitsin dediğimiz anlar olurdu. O anların tek bir saniyesini bile yaşamamış olmayı dilediğimiz, bize acıdan, pişmanlıktan başka hiçbir şey hissettirmeyen anlar…

Zaman, bazen açık bir kitap bazen de kilitli bir kutu olurdu bizim için. Bazen atılmış ufak bir düğüm bazen ise karmakarış bir kördüğüm olurdu. Hiç durmadan giden hızlı bir trendi zaman; durması da yavaşlaması da mümkün olmayan. Hayattı. Hayatın ta kendisiydi zaman. Aralarındaki tek fark ise birinin bir gün son bulacağını biliyor olmamızdı. Hayatımız bir gün son bulacaktı. Belki on, belki beş yıl sonra, belki de yarım saat hatta bir saniye sonra… Bir gün bitecekti. Ancak zaman bizden sonra yine de akmaya devam edecekti. Güneş yine doğacak, yağmurlar yağacak, karlar yine etrafı saracak ve kalanlar yine nefes almaya devam edecekti. Zaman bir yerde zalimdi.

Zaman, hayatın çok ötesindeydi. Ve bu zamanı, fani bedenimiz hayatı terk etmeden önce doyasıya yaşamalıydık.
Zamanı, zamanın içinde sevgiyle yaşamalıydık. Hayat bana bunu öğretmişti; sevginin dünyayı yaşamaya değer kıldığını. Hayatı da zamanı da sevmeyi öğretmişti. Sevginin gücünü öğretmişti. Ailemi kaybettikten sonra, onlar kadar kimseyi sevebileceğimi, hayatıma kimseyi alabileceğimi düşünmezken bunu çok kez yapmıştım. Duygu’yla tanışmıştım. Onu sevmiştim belki de tanıdığım ilk andan beri. Ne kadar zor olacağını sansam da ona sığınmıştım. Zamanla bir dost, bir kardeş bir aile olmuştu bana. İhtiyacım olan her şey olmuştu.

Ancak sonra onunla tanışmıştım. Daha önce hissetmediğim, tanımadığım bir hissin varlığını öğreten, kalbimin ilk kez patlayacakmışçasına atmasına sebep olan o adamla tanışmıştım. Aşkı, babamın anlattığı anılardan bilirken onunla birlikte kalbimin, ruhumun, varoluşumun en derinlerinde hissetmiştim. Demek böyle bir histi. Babamı şimdi daha iyi anlıyordum. Annemi her anlatışında dolan gözlerini, titreyen sesini şimdi anlıyordum. Kısacası zaman, bana çok şey göstermişti. Kaybetmeyi, sahipsizliği, dostluğu, aşkı... Tüm bunlar, acısıyla tatlısıyla benim hayatımdı. Ve ben hayatımı sevmeyi öğrenmiştim. Evet, sanırım bunu öğrenmiştim. Çünkü biliyordum, ne zaman düşsek düştüğümüz yerde çakılıp kalmıyorduk. Bunu istesek de yapamıyorduk. Çünkü zaman geçiyordu ve güneşin doğmadığı daha görülmemişti. En karanlık gecenin sabahında bile…

Dün, Aksel ve Duygu’yu öylece bırakırken içimde biraz da olsa tereddüt olsa da sabah neşeyle şarkılar söyleyip kahvaltı hazırlayan Duygu’yu görünce bunun ne kadar da gereksiz olduğunu anlamıştım. Dün, geri geldiğinde olanlardan hiç konuşmamıştı. Ben ya da Kuzey de ısrar etmemiştik. Aksel’in yanına da gitmek istemiştim ancak evden gitmişti. Aralamalarıma ne cevap vermiş ne de geri dönmüştü. Üzerine gitmek istemesem de merak ediyordum. Beni öylece habersiz bırakması hiç hoş değildi.

Kalan son çiçeğimi de sulayıp sıkıntıyla iç çektim. Saat neredeyse öğlen olmuştu ve Aksel’den hala haber yoktu. Kuzey’le de konuşmamıştı. Aklıma daha önceki gidişi gelirken tüylerim havalandı.

Beni… Yeniden bırakıp gidebilir miydi?

Elimdeki suluğu bıraktım. Bunun düşüncesi bile nefes almamı zorlaştırıyordu. Titremeye başlayan ellerime taktığım eldivenleri çıkarmak istedim. Ancak titreyen ellerim buna izin vermedi. Buğulanan gözlerimi kırpıp ucundan çekiştirdiğim terleyen elime yapışmış eldiveni yeniden çıkarmaya denedim. Sırtımda hissettiğim sertlik ve ellerimin üzerini saran sıcak parmaklarla bir an irkilirken kulaklarıma dolan yumuşak ve içimi ısıtan sesle nefesimi tuttum.

GECE GÜNEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin