Çocukken dinlediğimiz masallarda her şey bir varmış bir yokmuş diye başlar. Külkedisi camdan bir ayakkabıyla prensese dönüşür, bir öpücük kurbağayı prense çevirir, kurt kızı yutar, yalan söyleyenin burnu uzar ve bazen kaybolanlar yolunu sadece birkaç küçük ekmek kırıntısıyla bulur. Masallar her zaman böyledir; inanmaktan hiç vazgeçilmeyen yalanlardır...
Kötü cadıların, kalpsiz kraliçelerin her zaman kaybedeceğini, iyilerin hep kazanacağını söyleyen o masallarda bazen kendi hikâyemizi buluruz. Ya da bulmak isteriz. Herkes bir kez olsun kendini masallardaki prenseslerin yerine koymak ister. Hem de zehirli elmayı yemeyi göze alarak. Çünkü bilir ki, onu kurtarmaya gelecek bir prens vardır. Herkes bir geceliğine de olsa sihirli değneğin kendine dokunmasını ister. Gece yarısı balkabağına dönüşeceğini bilse bile. Çünkü bilir ki yolda kaybettiği camdan bir ayakkabı tüm hayatını değiştirmenin sadece ufak bir bedelidir.
Masalları her zaman sevmiştim. Üstelik her çocuk gibi onlara inanırdım. Zaman geçmiş, büyümüş, genç bir kız olmuştum ancak ben yine de masallara inanmaktan vazgeçmemiştim. Çünkü masallar sevginin en saf halini anlatırdı. Ve sevgiye inanmak gerekirdi.
Bunu önce masallardan sonra da babamdan öğrenmiştim. Çünkü o sevgiyi, sevmeyi bilen bir adamdı.Belki hayatımız masallardaki kadar toz pembe olmamıştı ancak yine de onlardan öğrendiğim bir şey varsa o da iyiliğin, sevginin, sabredenin, bir şeyi gerçekten gönülden isteyince olabileceğiydi. Ve ben buna her zaman inanmıştım.
Şimdi de, inandığım, dinlediğim tüm masallardan daha güzel bir masal yaşıyordum. Masallar benim için artık sadece hayallerde değildi. Şimdi, kendi masalımın kahramanı olma zamanıydı.
Saat ilerledikçe kalbim her dakikada biraz daha hızlı çarpıyordu. Saçlarımda dolanan parmakların varlığı yavaşça kayboldu.
"Tamamdır, Helya Hanım. Gerçekten muhteşem oldunuz..." Duyduğum sesle kapalı duran gözlerimi yavaşça araladım. Uzun kirpiklerim titreyerek aralandı. Görüş alanıma önce beyaz ojeli tırnaklarım ve parmağımda parıldayan yüzük girdi.
"Bence artık kendinize bakmalısınız..." Kulağımın yanında fısıldayan yumuşak sesle kafamı hafifçe yana çevirdim ve genç kadının gülümseyen yüzüne baktım. Bana cesaret verircesine gülümserken yutkundum. Karşımda büyük, uzun bir ayna olduğunu biliyordum. Derin bir nefes verdim ve gözlerimi karşımda duran aynaya çevirdim. Dakikalar sonra...
Aldığım nefes titreyerek dudaklarımdan dökülürken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bu yansımadaki gerçekten ben miydim?Zaten iri olan gözlerim, koyu toprak rengi bir makyajla daha da belirginleşmişti. Simsiyah görünen kirpiklerim kaşıma kadar uzanıyordu. Dudaklarımın çizgileri iyice belirginleştirilerek mat kırmızı bir ruj sürülmüştü. Rengi ne çok parlak ne de çok koyuydu. Kahverengi saçlarım ensemde büyük, dağınık bukleli bir topuz olmuştu. Boynum boyunca uzanan açıklık omuz başlarımda ince, zarif bir tülle kaplanmaya başlamış kollarıma kadar uzanıyordu. Üzerindeki zarif ince dantel işlemeler öyle güzeldi ki sanki tenimi bir dövme gibi sarıyordu. Göğsümü ve belimi saran kumaş belimden sonra bir yelpaze gibi genişliyordu.
Küçükken babamla birlikte anneme hep almak isteyip alamadığı o gelinliği hayal ederdik. Ben ona resimler çizer hangisinin anneme daha çok yakışacağını seçmesini isterdim. Ancak o hiç seçim yapmazdı. Annemin bunların hepsinden daha güzel olduğunu ve hepsinin ona yakışacağını söylerdi. Keşke şimdi, aynada gördüğüm bu manzarayı izlerken arkamda olsa ve aynadan gözlerimiz kesişirken ona gülümseyebilseydim. Ona, bana da annem kadar yakışıp yakışmadığını sorabilseydim ve annem köşeden çıkıp bana tıpkı o masallardaki prenseslere benzediğimi söyleseydi. Keşke onlar da yanımda olsaydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE GÜNEŞİ
Fiction généraleHelya AKSOY- Sonsuza kadar görmek istediğim tek manzara onun gözleriydi. Aksel AZEMOĞLU- Benim yeminim senin gözlerinde bozuldu. --------Bir daha görmeyecek gibi baktım yüzünün her bir detayına. Ezberlemek ister gibi. Yüzünü mıh gibi kazıdım aklıma...