BÖLÜM-47

1.9K 68 0
                                    

HELYA

Elimdeki boş saksıya doldurmak üzere olduğum toprak parmaklarımın arasından saksıya dökülürken parmaklarım sanki vücudumdaki tüm kötü enerjiyi toprağın koynuna salarcasına yavaş yavaş hareket ediyordu. Toprağın kaderi de buydu sanırım; kimi zaman koynuna sevdiklerimizi aldığı için nefretle anılan, kimi zaman da bizi sakinleştirip tüm dertlerimizi unutturan huzurlu bir ana kucağı olmak.

"Sence de her şey fazla yolunda değil mi?"

Duygu kollarını başının altına koymuş yatağımda uzanıyordu. Balkonun aralık duran kapısından yansıyan güneş, gözlerini kamaştırırken kısılmış gözleriyle bana bakıyordu. Kısacık bir an unuttuğum gerçekle anında silkelenirken yüzümde yalancı bir gülümsemeyle Duygu'ya baktım.

"Öyle." dedim sessizce.

"Böyle bazen rüya gibi geliyor." dedi heyecanla. "Sanki bir anda birisi çıkacak ve bizi bu rüyadan uyandıracak gibi. Korkuyorum da biraz." Az önceki heyecanlı sesi kendi kendine konuşuyormuş gibi kısıldı. Yarısına kadar doldurduğum saksıyı kenara koyup dikilmeyi bekleyen çiçek fidanlarını elime aldım.

"Sen de korkuyor musun, güneşim?" dedi yeniden bana dönerek.

Korkuyordum. Deli gibi korkuyordum hemde. Aklımı kaybetmeme yetecek kadar korku doluydum. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Bu gerçekle daha ne kadar dayanabileceğimi bilmiyordum. Hele ki Aksel'i düşününce, onun böyle bir gerçeğe nasıl dayanacağını aklım almıyordu.

O güçlüydü. Benim hiç olmadığım kadar, tanıdığım herkesten daha güçlüydü hem de. Onuna yanında kendimi dünyanın en güvenli yerinde gibi hissediyordum. Sanki onun yanı tüm kötülüklerden uzakmış gibi. Belki bir beton kadar sert bakışları, yıkılması zor duvarları vardı. Ama o duvarların ardında yaralı bir çocuktu. Kendini korumak zorunda kalan, bir daha kaybetmek istemeyen bir çocuk.

Şimdi o çocuğun yüreğini yeniden paramparça etmeye yetecek bu sırrı düşününce aklım nasıl alabilirdi ki zaten. Eğer gerçekten bu sırrın yok olacağını bilseydim, Duygu'nun da dediği gibi her şeyin bir rüyadan ibaret olmasına da razıydım.

"Korkuyorum..." dedim elimdeki çiçeğin   kökünü toprağa yerleştirirken. "Deli gibi hemde." Bunu sadece ben duymuştum.

Duygu yattığı yerden doğrulup bacaklarını yataktan aşağı sarkıttı. Çıplak ayakları parkenin üzerinde sesler çıkarırken aralık duran cam kapıyı iyice açıp tam karşıma bağdaş kurup oturdu. Bakışlarım hala dikmeye çalıştığım çiçekteyken "Taşa oturma." dedim uyarı dolu sesimle.

"Tamam anneciğimm." dedi imayla. Çiçeğin kökünü toprakla iyice kapatırken kaşlarımı kaldırıp yüzüne baktım. "Hasta olursan sana bakmam." dedim. At kuyruğu yaptığı saçının ucunu parmağına dolamış oynuyordu.

"Bunu yapmayacağını ikimiz de biliyoruz, güneşim." dedi.

"Dene de gör bakalım, sarı şeker." dedim. Aklıma yine Aksel gelmişti.

"Bak sen, demek artık Aksel ile birlikte laflarını da sahipleniyoruz." dedi. Koyduğun toprağı son kez parmaklarımla bastırırken gözlerimi devirerek Duygu'ya baktı.

"Son baktığımda Aksel hala iki ayağının üzerinde duran bir insandı ve bildiğim kadarıyla insanlar sahiplenme kategorisine girmiyor." dedim.

"Dedi restoranda sırf adama baktılar diye kükreyen minik kedi."

"Hatırlatma bana şunu, lütfen." dedim kafamı sallarken. Hâlâ aklıma geldikçe sinirler tepeme çıkıyordu.

"Keşke şöyle evire çevire bir güzel pataklasaydık." diyen Duygu'ya kocamam olmuş gözlerle bakıyordum.

GECE GÜNEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin