HELYA
Nefes…
Havanın alınıp verilişi, insanoğluna teneffüs edilerek yaşamı sunan şey, nefes… Şuan nefes alıyor muydum? Hayır. Aksel’in göğsüne yayılan o iğrenç sıvıyı gördüğümden beri bu eylem bende anlamını yitirmişti. Ciğerlerim sanki varoluş nedenini unutmuştu. Burnum, dudaklarım... Hepsi anlamını unutmuştu; özellikle de nefes almayı.Soğuk koridorun soğuk duvarına sırtımı yasladım. Tenim bile ürpermiyordu. Çünkü tenim yaslandığım duvardan, bu sessiz koridordan ve ölümden bile soğuktu. Ölüm… Bu kelimeden nefret ediyordum.
Saatlerdir boşlukta duran bakışlarım ellerime, bileklerime yapışan ıslak, kırmızı lekelere indi. Kanın metalik kokusunu alıyordum. Saatlerdir bu kokuyu soluyordum. Ciğerlerim nefesi değil bu mide bulandırıcı kokuyu çekiyordu içine. Zehir gibi yaktı o koku içimi. Midem gürültülü bir sesle çağladı. Dizlerimde güçsüzce duran ellerimi yavaşça kaldırdım. Titriyordu. Bedenim bir ölü kadar hareketsiz ancak zelzeleye tutulmuşçasına da titriyordu. Ölüm… Senden nefret ediyorum.
“Gitmez…” Saatlerdir dudaklarımdan dökülen tek kelime oldu. Ellerime işlenmiş lekelerdeki iğrenti dolu bakışlarım, karşı duvarın dibine çökmüş Kuzey’le kesişti. Boynunda küçük bir çocuğun beyaz bir kağıda attığı rastgele çizgiler kadar karmaşık görünen damarlar belirmişti. Yüzü beyazdı. Yaslandığı duvar kadar, ölüm kadar beyaz… Ölüm… Senden nefret ediyorum.
Sadece yüzüme bakıyordu. Tıpkı benim yaptığım gibi. Başka sözcük yok, başka kelime yok, başka ses yok. Sadece ölüm gibi bir sessizlikle bana bakıyordu. O da benim gibi, beni suçluyor olmalıydı. Öyle yapmalıydı. Çünkü suçluydum. Aksel bana gel dediğinde, çıkmam gerektiğini söylediğinde o lanet olası salondan çıkmalıydım. Yapmamıştım. Avuçları ellerimdeyken, parmakları parmaklarımı sararken onunla gitmeliydim. Koşarak uzaklaşmalıydım. Ama yapmadım. Şimdi bu ölüm kokan soğuk koridorda onun ellerimi son tutuşunu düşünüyordum. Gözlerime son bakışını, bana son seslenişini. Ufaklık… Bu kelimeyi bir kez daha onun ağzından duyabilir miydim?
Ölüm… Senden nefret ediyorum ama lütfen bana bunu yapma! Beni ömrümün sonuna kadar tek bir kelimeye muhtaç yaşatma.Bakışlarım yavaşça aşağı, Kuzey’in büktüğü dizine dayayıp yumruk yaptığı eline kaydı. Bugün ellerimiz bir olmuş gibi o iğrenç kırmızı lekeye boyanmıştı. Bacaklarım oturduğu yerden bedenimi kaydırarak kendini yere bıraktı. Dizlerim soğuk mermere değdi. Güçsüz dizlerimin üzerinde ilerledim. Belki de süründüm, ancak bunu yaptım ve Kuzey’in önünde durdum. Titreyen ellerimi Kuzey’in sıktığı yumruğuna sardım. Sıkıca kapattığı yumruğunun üzerine yayılan her bir lekede parmaklarımı gezdirdim. Kuzey’in boş bakışlarını hissediyordum. Bugün her şey boştu, boşluktaydı. Dudaklarım aralandı. Kurumuş, sızlayan dudaklarım saatler sonra ikinci kez aralandı.
Başta ufak, kesintili çıkan o ilk tını saniyeler içinde yüksek, güçlü bir sese dönüşüp kahkaham sessiz koridorda duvarları bile titretecek kadar yankılandı. Gülüyordum. Zihnim bana bunu emrediyordu. Kalbim zaten durmuştu ancak beynim ölümsüzlüğe mahkûm edilmiş ve bunun intikamını almak istercesine beni kölesi ediyordu. Bir an nefesim kesildi ancak bu çok kısa sürdü. Kafamı iki yana salladım ve sağ elimin tersini dudaklarımın üzerine kapattım. Arkamdan gelen tok ayakkabı sesiyle omzuma dokunan parmakları umursamadım. Kimse konuşmadı. Kimse bir şey sormadı.
Kuzey, yüzüme bakmaya devam ediyordu ve ben gülüyordum. Gülmekten sırtım bir yay gibi gerilirken kısa süre sonra yavaşça gülümsemem durdu. Bakışlarım Kuzey’in ifadesiz yüzüne çıktı.
“Kırmızıyı ben giydim…” dedim. Dudaklarımdaki sakin gülümsemeyle bakışlarımı bedenime indirdim. Bu elbiseyi Aksel almıştı.
“Bunu o aldı! Biliyor musun onunla bunun için kavga ettim!” dedim seslice gülümseyip. “Bu lanet, iğrenç renkli elbise için onunla kavga ettim!”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE GÜNEŞİ
General FictionHelya AKSOY- Sonsuza kadar görmek istediğim tek manzara onun gözleriydi. Aksel AZEMOĞLU- Benim yeminim senin gözlerinde bozuldu. --------Bir daha görmeyecek gibi baktım yüzünün her bir detayına. Ezberlemek ister gibi. Yüzünü mıh gibi kazıdım aklıma...