DUYGU
Stres. Aslında yaptığım işin yüzde altmışlık kısmının tamamı bu kelimeden ibaretti. Görüştüğüm müvekkiller, adliye koridorları, mahkemeler, davalar… İşimi seviyordum ancak kesinlikle kolay bir iş değildi. Ancak hiçbir müvekkilimle ya da hiçbir davada bu kadar stres altında olduğum bir an daha olmamıştı. Avuçlarımın içi delicesine terlerken hala karşı dairenin kapısına bakıyordum. Helya nasıl olurda beni burada bırakıp gidebilirdi. Üstelik onunla yalnız! O… O benim abimdi.
Evet, kabullenmesi ne kadar zor olsa da öyleydi. Onu gördüğüm ilk anı hatırlıyorum, Helya’nın hayalet görmüşçesine anlattığı o adamı… Kim derdi ki en yakın dostumun aşık olduğu adam benim abim olacaktı. Kim derdi ki bir gün bir abim olacaktı. Bir kardeşim olacaktı. Tüm bunlar, tüm bu yalanlar, gerçekler, kişiler… Sanki bir rüyadaydım. Korku dolu bir rüyada hissediyordum. Yani en azından bir süre önceye kadar.
Şimdi, sadece tuhaf bir kabulleniş vardı içimde. Onu… Bir abim olduğunu kabullenmiştim sanırım. Ancak hala kabullenemediğim pek çok şey vardı. Annemin, öyle olduğunu sandığım annemin, yıllarca beni kandırmış olması, babamın, benim kahramanım sandığım babamın aslında hiç var olmamış olması, genlerini taşıdığım, ne yazık ki bunu asla değiştiremeyeceğim o adamın ise gerçekten kötü, iğrenç bir adam olması… Tüm bunları hala aşmış değildim. Kabullenmiş hiç değildim.
Sadece… Zamana bırakmayı seçmiştim. Ne kadar zor olsa da, ne kadar süreceğini bilmesem de zamanın beni, bizi iyileştireceğine inanmak istiyordum. Ancak bu, hiç de kolay değildi. Yanımda tüm gerginliğiyle dikilen Aksel ile hiç kolay olmuyordu. Ondan adıyla bahsetmek… Allah’ım şimdi ne kadar da zor geliyordu! Önceden her şey ne kolaydı, ona rahatça hitap edebilmek, konuşabilmek, şakalaşabilmek… Şimdi, yanında öylece put gibi dururken tek kelime edemiyordum. Üstelik ona nasıl seslenmem gerektiğinden emin değildim. Ona abi diyebilir miydim? Bunu kesinlikle yapamazdım.
Hem… O beni kardeşi gibi görecek miydi?
Avuçlarımı bacaklarıma bastırıp kurularken sertçe yutkundum. Bir şey söylemeden içeri girsem ayıp olur muydu? Ya da ona sormalı mıydım? Belki de Helya’nın peşinden gitmeliydim. Gitmeli miydim? Kafamda türlü soru ve seçenek dolanırken sonunda beni karmaşadan çıkaran o sesi duydum.
“İçeri… Girsek iyi olur sanırım.”
Bakışlarımı çekinceyle yüzüne çevirdim. Bir şey söylemek istedim ancak sesim sanırım boğazıma kaçmıştı. Kaşları çatılı, yüzü gergindi. Aslında bu onun normal hali olsa da içimde tuhaf bir endişe vardı. Bir şey söylemem gerekiyordu ancak yapamıyordum. Aksel elini ensesine götürürken, “Ben önden gireyim, “dedi ve hızla içeri girdi.
Gözlerimi sıkıca kapatıp elimi alnıma vururken peşinden yavaşça içeri girdim ve kapıyı kapattım. Salona girerken Aksel mutfakta, tezgahın arkasındaydı. Omzunun üzerinden hafifçe dönüp boğazını temizledi. “Bir şey içer misin?” dedi.
“Ş-şey… Sadece su,” dedim titreyen sesimle kekeleyerek. Aksel tezgahtaki sürahiyle bardağı doldururken adımlarımı koltuğa yönelttim. Koltuğun en uç noktasına oturdum. Ellerimi dizlerimin arasına sıkıştırırken derin bir nefes aldım. Bu kadar gergin olmamalıydım. İçimden yavaşça ona kadar saydım. Bir, iki, üç, dört…
Saymam Aksel’in önümdeki sehpaya bıraktığı bardakla son bulurken sessizce teşekkür ettim. Aksel oturduğum koltuğun diğer köşesine oturdu. Sonrası ise sadece sessizlik. Saniyeler sonra önümdeki bardağa gergince uzanıp sudan büyük bir yudum aldım. Aramızda öyle bir sessizlik vardı ki suyu yutma sesimi duyuyordum. Hatta onun da duyduğuna emindim çünkü ben de onunkini duymuştum. Bardağı bırakıp elimi tekrar bacaklarımın arasına soktum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE GÜNEŞİ
General FictionHelya AKSOY- Sonsuza kadar görmek istediğim tek manzara onun gözleriydi. Aksel AZEMOĞLU- Benim yeminim senin gözlerinde bozuldu. --------Bir daha görmeyecek gibi baktım yüzünün her bir detayına. Ezberlemek ister gibi. Yüzünü mıh gibi kazıdım aklıma...