HELYA
Kalbim boğazımda atıyordu. Terleyen avuçlarımı kotuma silerken içimden tekrar tekrar aynı şeyi söylüyordum. En fazla ne olabilir ki! Ne olabilir ki! Sıkıca tepemde topladığım saçlarımın kökleri sızlıyordu. Gerginken saçlarımı toplamayı kesinlikle bırakmalıydım. Böyle giderse yakında kel kalacaktım. Yumruk yaptığım elimi havaya kaldırıp derin bir nefes verdim. Vurmak üzere olduğum kapı hızla açıldı ve burun buruna geldiğim Duygu’yla aynı anda ufak bir çığlık attık. Beni karşısında görmeyi beklemeyen Duygu da korkuyla elini kalbinin üzerine koydu.
“Ah kalbim! Delirdin mi sen güneşim!” dedi kocaman olmuş gözlerle.
“Sanırım artık evet!” dedim korkuyla maraton koşmuş gibi atan kalbimin sesini duyarken.
“Ne diye kapımın önünde bekliyorsun?” dedi. Bir an ne için geldiğimi hatırlarken kirpiklerimi hızla kırpıştırdım. Tek omzumu silkerken, “Hiç… İlla bir şey olması mı gerekiyor?” dedim. Tek kaşı havalandı.
“Yani, konu sen ve şu renkten renge giren suratın olunca evet, bir şey olsa gerek.” Ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimi sıkkınca dışarı verirken ellerimi kaldırdım.
“Tamam pes. Hem ne kadar zor olabilir ki?” dedim. Merakla açılan yeşil gözlerle hafifçe eğildi. “Ne, ne kadar zor olabilir?” dedi.
“Yani, Aksel’i akşam yemeğine davet etmeyi düşündüğümü söylemek ne kadar zor olabilir ki?” dedim. Buna tam tamına bir saat, on beş dakika, beş saniye önce karar vermiştim. Az önce merakla bakan gözlerinden dehşet dolu bir ifade geçerken dudakları şaşkınlıkla açıldı. “Ne! Sen delirdin mi güneşim?” dedi. Hızla yanımdan geçerken peşinden ilerledim.
“Hemen hayır deme lütfen…” Hızlı adımlarını mutfağa yöneltti. Tezgahın arkasına geçti. Tezgah dolabını açtı ve bir bardak çıkardı.
“Hayır, mı?” Omzunun üzerinden bana bakarken. “Asla güneşim!” dedi.
Yüzüm asılırken tezgahın üzerindeki sürahiden doldurduğu suyu içti. Bardağı tutan eli titriyordu. Tamam, biliyordum ki bu çok ani olmuştu ama ne zamana kadar bekleyecektik. Her şeyin bir an önce yoluna girmesini, eskisi gibi olmasını istiyordum. Böyle darmadağındık. Aksel, Kuzey, biz…
Önceden iki kişilikti hayatım. Sadece ben ve Duygu vardı. Sonra her şey değişti. Bu eve taşındık. Aksel’i tanıdım. Onu sevdim ve bir anda kendimi o iki kişilik hayatın dışında kocaman bir dünyada buldum. Daha sonra Kuzey geldi. Tıpkı Duygu kadar sevdiğim yeni bir dostum oldu. Her şey öyle çabuk, alışması öyle kolay oldu ki sanki hep oradalarmış gibiydi. Ama şimdi… Hepimiz darmadağın olmuş bir yapboz gibiydik. Geçmiş öyle güçlü bir yumruk indirmişti ki tam hayatımızın ortasına o yapboz paramparça olmuştu. Savrulmuştuk, dağılmıştık… Ama kaybolamazdık. Buna izin veremezdik. Eğer kaybolursak bir daha asla eskisi gibi olamazdı o yapboz. Bu yüzden zamanım yoktu. Evet, kimse için kolay olmayacaktı. Evet, çok zordu. Ama başaracaktık, bunu biliyordum. Ve acele etmeliydim. O yapboz yeniden bir araya gelecekti ve ben bunun için elimden geleni yapacaktım. Duygu, elindeki bardağı sertçe tezgaha bıraktı. Bir anda bana dönerken araladığım dudaklarım yarım kaldı.
“Bunu nasıl düşünürsün anlamıyorum? Evet, sen onunla aranı düzelttin, ona kavuştun. Ama ikimizin durumu aynı değil güneşim. Bu kadar kolay değil…” Sesi titrerken gözlerini kısa bir an kapatıp yeniden açtı.
“Ben senin gibi değilim. Ben onun birkaç gün kızıp affedebileceği sevgilisi ya da hatalarını görmezden gelebileceği arkadaşı değilim. Ben onun…” Aniden sustu. Sertçe yutkundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE GÜNEŞİ
Ficción GeneralHelya AKSOY- Sonsuza kadar görmek istediğim tek manzara onun gözleriydi. Aksel AZEMOĞLU- Benim yeminim senin gözlerinde bozuldu. --------Bir daha görmeyecek gibi baktım yüzünün her bir detayına. Ezberlemek ister gibi. Yüzünü mıh gibi kazıdım aklıma...