Beyaz... Saflığın, huzurun, şefkatin rengiydi. En azından bana göre öyleydi. Elimdeki son tabağı da masaya yerleştirirken bembeyaz soframa baktım. Ne fazlalık tek bir şey vardı ne de eksik kalan. Her şey olması gerektiği kadardı. Abartısız, gösterişsiz, samimî... Bu masada fazla olan tek şey sevgi olmalıydı. Sevgiyle birbirine bakan insanların birlikte oturup güzel bir anı bırakacakları bir an olmalıydı.
"Yine ne benden uzaklara daldın ha, ufaklık?" Arkamdan dolanan kollarla irkilirken gülümsedim ve karnımın üzerindeki büyük ellerin üzerine ellerimi yerleştirdim.
"Sence benim senden uzakta olabileceğim bir yer var mı?" dedim tek kaşımı kaldırırken. Aksel çenesini omzuma yaslarken kafamı çevirip yüzüne baktım. Yüzündeki çarpık gülümsemesiyle iç çekti. "Yani, elbette yok ama..."
"Ama?" Yüzünü yüzüme çevirirken burnu burnuma değiyordu.
"Ama... Yine de gözlerin böyle daldığı zaman, içim bir tuhaf oluyor," dedi. Kollarından çıkıp merakla tamamen ona döndüm. "Neden?" Aksel bakışlarını kaçırırken derin bir iç çekti.
"Ne bileyim işte ufaklık. Bir gün seni mutlu edememekten, bunu bana söylememenden..." derken ellerimi hızla yanaklarına koydum. Avcuma batan yeni uzayan sakallarını hafifçe okşadım.
"Hey, bunu nasıl düşünebilirsin? Bu mümkün mü? Bu hayatta beni senden başka böylesine mutlu edecek biri daha var mı sanıyorsun? Seninle, burada, yuvamızda ne kadar mutluyum görmüyor musun? Neden böyle bir şey düşünüyorsun?" dedim endişeyle. Ona böyle hissettirecek ne yapmış olduğumu düşündüm.
"Bu aralar aklım sanki bana meydan okuyor. Saçma sapan şeyler düşünüyorum işte..." dedi kafasını iki yana sallarken. "Ne bileyim işte ufaklık, belki de giderek..." dedi ve sustu. Tek kaşım havaya kalkarken, "Giderek?" dedim merakla. Aksel sıkıntıyla nefes verirken huzursuzca kıpırdadı. Bir elini ensesine atıp ovaladı.
"Yaşlanıyorum heralde ufaklık ne bileyim!" dedi homurtuyla. Sözlerine güçlü bir kahkaha atarken gülmekten neredeyse karnım ağrımıştı. Derdi bu muydu gerçekten? Aksel kaşlarını çatarak yüzüme baktı.
"Sen neye gülüyorsun? Çok mu komik?"
"Evet, komik! Hem de duyduğum en komik şey!" dedim. Aksel hırıltıyla boğazını temizlerken ellerimi ensesine dolayıp yanağına ufak bir öpücük kondurup geri çekildim. Hâlâ kıkirdarken Aksel artık yeter adlı bakışını attığında ciddiyetimi zorlukla topladım. Ellerimi ensesinden göğsüne indirirken, "Sen aynaya bakmıyor musun Aksel? Sence hiç yaşlı birine benziyor musun? Ne kadar çekici bir adam olduğunu söylememe ihtiyacın bile yok! Ki bu konu gerçekten bazen sinir bozucu olsa da yine de gerçeği değiştirmez. Hem elbette yaşlanacağız. Üstelik sen yaşlanırken ben yerimde sayıyor olmayacağım. Ben de yaşlanacağım, değil mi?" dedim.
"Sen kendinle beni bir mi tutuyorsun, ufaklık?" dedi. Gözlerimi devirdim.
"Bana hala ufaklık diyor olabilirsin ama sence ordan bakınca ben de ufak birine benziyor muyum Aksel? Kaç sene geçti. Evlendik, ben öğretmen oldum, koca kadın oldum!" dedim.
Bazen hala o toy kız çocuğunu görüyordum gözlerinde. Bana bakarken hala o kıza bakıyor gibiydi bakışları. Belki artık o kız değildim. Büyümüştüm. Ama bazen öyle bir bakıyordu ki hala karşısında asansörde kollarına düşen o sarsak kız çocuğu gibi hissediyordum kendimi. Biz değişsek de, onun gözlerinde değişmeyen tek şey, aynı evgi ve sefkatti.
"Sen benim ufaklığımsın, bu hep böyle olacak ufaklık," dedi.
"Tüm söylediklerimden bunu mu anladın yani?" dedim hayretle. Dudakları kıvrılırken ellerini belime sardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE GÜNEŞİ
Aktuelle LiteraturHelya AKSOY- Sonsuza kadar görmek istediğim tek manzara onun gözleriydi. Aksel AZEMOĞLU- Benim yeminim senin gözlerinde bozuldu. --------Bir daha görmeyecek gibi baktım yüzünün her bir detayına. Ezberlemek ister gibi. Yüzünü mıh gibi kazıdım aklıma...