BÖLÜM-44

2.1K 67 13
                                    

AKSEL

Arabanın kontağını kapatırken sonunda tüm işleri halletmenin verdiği rahatlıkla derin bir nefes aldım. Bazen kafamın içinde bomba patlamış gibi hissediyordum. Zihnim bir anda darmadağın oluyordu. Kafamı geri yaslarken kulaklarım uğulduyordu. Yolunda gitmeyen her işten nefret ediyordum. Sadece birkaç imza atacaktım ve daha sonra ufaklığımı alıp dışarıda güzel bir yemek yemeye gidecektik. Evden çıkmadan önce planım buydu. Fakat lanet olası sorunlarla bu ara fazla karşılaşır olmuştum. Kolumdaki saate baktım. Acaba gece güneşi yemek yemiş miydi?

Bunu öğrenmenin tek yolu vardı. Yan koltuktan telefonumu alıp cebime attıktan sonra arabadan çıktım. Üzerimdeki kapüşonlunun şapkasını kafamdan çıkarırken dağılan saçlarımı düzelttim. Güvenliği ufak bir baş selamıyla selamlarken hızla apartmana girdim. Bir an önce ihtiyacım olan gözleri görmek için asansöre yönelirken asansörün açılan kapısından Kuzey çıktı.

"Yeni mi gidiyorsun?" dedim bir an şaşırırken. Dağınık saçları alnına dökülmüştü. Bu adam ne ara bu kadar kendinden bir haber olmuştu şaşırıyordum doğrusu.

"Evet." dedi kısaca. Yüzünün rengi olması gerektiğinden fazla solgundu. Gözlerinin etrafındaki kızmızı çizgileri dışardan gören herhangi biri belki fark etmeye bilirdi ama ben herhangi biri değildim. Kaşlarım sorgulayıcı bir tavırla çatılırken "Bir sorun mu var?" dedim. Eliyle ensesini kaşırken boynundaki damarlar kendini belli edecek kadar koyulaşmıştı. Cevabımı çoktan almıştım.

"Hayır, sana öyle gelmiştir dostum." dedi gülümsemeye çalışırken. Çalışırken diyordum çünkü gerçekten sadece çalışmıştı. Gerçek olmadığı anlayacak kadar dostumu tanıyordum. Bu adamda bir anormallik vardı ve bana yalan söylüyordu. "Nereye gidiyorsun?" dedim sadece.

"Duygu arabada bekliyor, yemek yemeye gidiyoruz."

"Anladım, afiyet olsun." dedim. Bakışlarını sürekli gözlerimden kaçırırken "Sağol, dostum." deyip eliyle omzuma vurup hızla yanımdan uzaklaştı. Arkasından şüpheyle baktım. Her ne kadar kaçtığını sansa da neler olduğunu tabiki de öğrenecektim.

Asansöre binip hemen yukarı çıktım. Tüm yorgunluğumun az sonra görecegim gözlerle buhar olup uçacağını biliyordum. Elimle son kez saçlarımı düzeltirken zile bastım. Kapı yavaşça açıldığında görmeyi beklediğim manzara kesinlikle bu değildi. Karşıma çıkan bir çift kızarmış gözle içimde filizlenmesini beklediğim huzur yerini salt öfkeye bıraktı. Helya belli ki karşısında beni görmeyi beklemiyordu. "Sen nerden çıktın?" dedi şaşkınca. Elim anında çenesine giderken kafasını hafifçe kaldırdım. "Neden ağladın?" dedim dişlerimin arasından.

"Ah, ben şey..." derken kafasını yana çevirip elimden kurtardı.

"Sen ney?" dedim. Artık iyice gerilmiştim. Bugün ne olmuştu hepsine birden. Önce Kuzey şimdi de ufaklık. "Sorun ne, ufaklık?"

"Ben...ben seni seviyorum."

Bedenime hızla çarpan bedeni bir anda dengemi kaybetmeme sebep olurken bir adım geri gittim. Belime dolanan ince kolların sıcaklığıyla gerilen vücudum kısa bir an gevşedi. Onun o güzel dudaklarından dökülen kelimeler zihnimdeki bombanın enkazlarını yok etse de hala neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.

"Bir...film izledim." dedi. Konuşurken yüzünü görmek için kendimi yavaşça geri çektim. Fakat belimdeki kolları daha da sıkılaşarak izin vermedi. "Eğer canını çok yakacak bir şey öğrensem yine de sana söylememi ister miydin?"

Ne yani benim bakmaya bile kıyamadığım o gözler aptal bir film yüzünden mi bu haldeydi? Çatılan kaşlarım yavaş yavaş eski halini alırken derin bir nefes verdim.
Ah bu kadınlar!

GECE GÜNEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin