HELYA
Bazen gerçek olduğuna inanamadığımız anlar olur. Aklımızın alamayacağı kadar güzel olan, bir rüyanın içinde olup olmadığımızı sorgulatan anlar. Hiç bitmesini istemediğimiz ruhumuzu dinlendiren anlar. Tıpkı şuan da olduğu gibi.
Ellerimde tuttuğum yumuşak kumaştan burnuma yayılan enfes koku, bana hayal görüp görmediğimi sorgulatıyordu. Tatlı bir hülya denizinde kaybolmuş olabilirdim zira bu kadar huzur gerçek olamayacak kadar imkansızdı. Gözlerimi yavaş yavaş açarken üzerine Aksel'in kokusu sinen elbiseye baktım. İnsan bir kokuya aşık olabilir miydi, oluyordu işte. Duygu sabahtan beri kaybettiğini sanıp evin her köşesinde bu elbiseyi aramıştı. Tabi benim bunu uyandığımda öğrenmiş olmam ve elbisenin hala Aksel'in evinde kaldığını söylemem onun kendini boşu boşuna perişan etmesine engel olamamıştı malesef.
"Sen ne yapıyorsun o elbiseyle?"
Bakışlarımı kollarını göğsünde bağlayıp kapıya yaslanan Duygu'ya çevirdim. Dudaklarım yukarı kıvrılırken "Kokusu sinmiş." dedim.
Sanki elbiseyi ben değil de Aksel giymişti. Altı üstü bir gece yatağında uyumuştum. Nasıl olur da kokusu bu kadar işlemiş olabilirdi. Üstelik üzerinden kaç gün geçmesine rağmen. Elbiseyi kendi kıyafetlerinin arasına asmıştı. Sanırım bu yüzden kokusu bu kadar sinmişti. Kesinlikle o dolabın içinde sonsuza kadar yaşayabilirdim.
"Onu giyeceğimi biliyorsun değil mi?" dedi kaşlarını kaldırıp hâlâ kokladığım elbiseye bakarak. Hüzünle burnumdan çektiğim elbiseye baktım. "Biliyorum." dedim. Elbiseyi uzattım. "Al bakalım."
Duygu kollarını çözüp uzattığım elbiseyi aldı. Kısa bir an, bir elbiseye bir de bana bakıp, gülümseyerek "Sen giy." dedi. Şaşkınca yüzüne bakıyordum. "Şimdi mi?"
"Artık senin. Ne zaman istersen o zaman giy. Hem sana benden daha çok yakışıyor." dedi. Elbisesini bana veriyordu. Hem de o kadar saat bulmak için uğraştıktan sonra. Sırf sevdiğim adamın kokusu üzerine sindiği için. "Ama o senin." dedim uzattığı elbiseyi geri iterken.
"Tamam işte artık senin. Amma nazlandın be güneşim." dedi ve elbiseyi suratıma attı. Hayır hayır resmen fırlattı! Yüzüme çarpan yumuşak kumaş kucağıma düşerken "Ne kadar da naziksin." dedim imayla.
"Teveccühünüz, bebek." dedi ve saçlarını savurdu. Komodinin üzerindeki cüzdanı alırken "Neyse, ben markete gidiyorum bir şey istiyor musun?" dedi.
"Hayır, aklıma bir şey gelirse ararım."
Üzerine gri bir eşofman altı ve beyaz bir tişört giymişti. Normalde markete bile hafif de olsa bir makyajla giden arkadaşım bugün ki sadeliğiyle beni şaşırtmayı başarmıştı. Dün geceden sonra biraz daha iyi görünüyordu. Gerçi o her haliyle iyi görünüyordu. Ama böyle içten gülümserken dünyanın en güzel kadını olabilirdi. Aman Kuzey duymasındı...
"Tamam canım."
Uzaktan bir öpücük atıp odadan çıkarken arkasından "Dikkatli ol." diye seslendim. Kucağımdaki elbiseye hala gülümseyerek bakıyordum. Hemen boş bir askı bulup dolabıma astım. Sabah nasıl da güzel sarılmıştı öyle. Kendimi kollarının arasında bir kuş kadar hafif hissediyordum. Tüm acılara rağmen küllerinden yeniden doğan bir zümrüdüanka gibi onun kollarında yaşam buluyordum. Avuçlarımın içi karıncalanıyordu ona dokunurken. Sanki bir elektrik akımına kapılmıştım ve kitlenen avuçlarımı ona dokunmaktan geri alamıyordum.
Dolabı kapatıp aynanın karşısında bir yandan dağılan saçlarımı düzeltirken bir yandan da şarkı mırıldanıyordum. Elime aldığım tarağı mikrofon gibi kullanarak değişik hareketlerle dans etmeye başladım. Oldum olası hareketli müziklerde dans etmeyi başaramamıştım. Kıvraklık denen meret doğuştan elini ayağını üzerimden çekmişti. Bunun için bu beceriksizliğime sadece göz devirmekle yetindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECE GÜNEŞİ
General FictionHelya AKSOY- Sonsuza kadar görmek istediğim tek manzara onun gözleriydi. Aksel AZEMOĞLU- Benim yeminim senin gözlerinde bozuldu. --------Bir daha görmeyecek gibi baktım yüzünün her bir detayına. Ezberlemek ister gibi. Yüzünü mıh gibi kazıdım aklıma...