BÖLÜM-48

1.9K 64 1
                                    

Hayattan veremeyeceği hiçbir şey istemiyordum. Sadece biraz huzur istiyordum. Küçücük dünyamın karanlığını aydınlatmaya yetecek ufacık bir kıvılcım. Ama olmuyordu. Her yeni umudun daha başında yere çakılıyordum. Hayat her türlü karşımdaydı. Artık bir şeylerin yolunda gitmesini istiyordum. Oysa birkaç gün öncesine kadar ne kadar da mutluydum. Mutluyduk. Ama hayatın cilvesi de bu ya işte en büyük acıları en büyük mutlulukların arkasına saklıyordu.

Buzdolabının kapağını açıp su dolu sürahiyi alırken titreyen ellerime engel olamıyordum. Elektrik akımına kapılmış gibiydim. Vücudumdan soğuk soğuk terler boşalırken ağzımın içinde kurumuş kan tadı hissediyordum. Stresten dudaklarımın içini parçalamış olmalıydım. Muhtemelen bu acı tat da onun eseriydi.

Düşürmemek için iki elimle tuttuğum sürahiyi tezgahın üzerine koydum. Bardakların olduğu raftan büyük bir bardak aldıktan sonra soğuk suyu doldurup kafama dikledim. İçimde kızgın bir çöl vardı sanki. Kalıp kalıp buz yutsam dinmeyecek gibiydi. Elif Hanım benim yüzümden bu haldeydi. Ona o kadar sert konuşmak istememiştim. Ama yine lanet dilimden dökülenlere engel olamadım. O kadar sinirliydim ki! Bir o kadar da acı dolu. Bir an gözüm dönmüştü. Aksel'in yaşayacağı hayal kırıklığını düşündüğüm her an sanki kalbim yerinden sökülüyormuş gibi hissediyordum. Bu yüzden bu kadar öfke doluydum. Bunları hiç haketmiyordu. O teyzesine koşulsuz güveniyordu, hayatta kalan tek ailesine. İnsan en çok ailesine güvenmez miydi zaten? Sevdiklerine koşulsuz şartsız güvenmez miydi? Bu yüzden canımızı en çok da en sevdiklerimiz yakıyordu. Onunki de yanacaktı. Bunun kaçınılmaz olduğunu biliyordum ve elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Açlıkla içtiğim su bardağı tutan ellerimin üzerinde hissettiğim baskıyla dudaklarımdan uzaklaşırken yanıma gelen Aksel'i yeni fark ettim.

"Hasta olacaksın, güzelim." dedi bardağı parmaklarımın arasından alırken. Yarısı boşalmış bardağı tezgaha bırakırken solgun yüzüne baktım. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da korktuğunu biliyordum. Ama o bu halde bile beni düşünüyordu. O hep birilerini düşünüyordu. Sevdiklerini, onların kılına gelecek zararın kendine gelmesini isteyecek kadar çok düşünüyordu.

"O...iyi olacak, değil mi?" dedim bakışlarımı çekinerek koltukta uzanan Elif Hanım'a çevirirken. Öylece uyuyordu. Onu ilk gördüğüm zamanı hatırlıyordum. Öyle kendinden emin öyle güçlü duruyordu ki. Böyle solgun ve kendinden habersizce yatmak ona yakışmayacak kadar uzak gibi geliyordu.

"Olacak, merak etme. Sadece biraz yorgun düşmüş." dedi.

"Keşke hastaneye gitseydik Aksel." dedim bakışlarımı tezgaha dayanmış Aksel'e çevirirken. Her ne kadar ben ambulansı aramak istesem de o ısrarla doktoru arayıp eve çağırmıştı.

"Teyzem hastanelerden pek hoşlanmaz. Ahmet Bey işinde iyi bir doktordur. Hastaneye gitmemizi gerekli görseydi zaten söylerdi."
Derin bir nefes verirken parmaklarımı Aksel'in parmaklarına doladım. Bakışları boşluktan yüzüme düşerken yutkundu.

"Peki sen? Sen iyi misin?" dedim. Bir süre sadece gözlerime baktı. "İyiyim, gece güneşi." dedi.

"Ama gözlerin öyle söylemiyor." Tek kaşı hafifçe havalandı.

"Ne söylüyormuş gözlerim?"

"Korkuyorsun." dedim hiç tereddüt etmeden. "Korkuyorsun ama korkmuyormuş gibi davranıyorsun." dudaklarım hafifçe kıvrıldı. "Çünkü Aksel Azemoğlu zaaflarını kimseye göstermez, değil mi?"

Parmaklarımın arasındaki parmakları sıkışırken bunu bilinçsizce yaptığını biliyordum. Birkaç saniye sadece baktı. Öyle bir bakıyordu ki sanki bakışları içimi delip geçecek gibi hissettiriyordu.

GECE GÜNEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin