Tıpkı Uğur beyin söylediğü gibi bahçeden adımımı atar atmaz o kurşun beni bulmuştu. Koluma yediğim o kurşunun hemen ardından bahçenin iki yanında duran adamlar kendini önüme siper ederek koşar adımlarla beni eve doğru götürmeye başlamışlardı.
Kolumu tutarak onların adımlarına uyarken evin içerisine girmiştim. Kolumu yakan o acı daha dakikalar olmadan terlememe neden olmuştu.
"İçeriye geç ve sakın-"
Uğur bey bağırarak bir şeyler söylerken gözlerim kaymaya başlamış ve bedenimi üzerine bırakmıştım. Gözlerim kapalıydı fakat bilincim yerindeydi.
Belimden yakalayıp yere düşmeme engel olmuştu. Kulaklarım tıkanmıştı, tıpkı suyun içerisinde kulağına dolan su yüzünden bulanıklaşan sesler gibi geliyordu etraftaki bağırışlar.
Bağırışlar kesildikten hemen sonra bedenim havaya kaldırılmıştı. Her zaman kendim için farklı sonlar hayal ederdim. Ya kardeşimle aramı düzelttiğimi ya da sevgilim ile evlendiğimi düşünerek huzur bulacağımı düşünürdüm.
Fakat asla kim vurduya giderek hayatıma son vereceğimi hayal etmezdim. Kolumu yakan ve bilincimi yavaş yavaş kapatan bu yaranın beni huzura kavuşturacağını tahmin etmezdim.
Bedenim yumuşak bir yere indirildiğinde nefes alış verişlerim yavaşlıyordu. Gözlerimi açıp son bir kez dünyaya bakmak istemiştim.
"Ne duruyorsun ilk yardım çantasını getirsene!"
Uğur beyin bulanık seslerinden anladığım tek şey az önce önemsiz kıldığı hayatımı kurtarmaya çalışmasıydı. Üzerimdeli kapşonluyu hızlıca çıkardıktan hemen sonra omzumu tamamen açabilmek adına t-shirt yırtmıştı.
"Y-Yapmayın Uğur bey." demiştim soluk sesimle. Beni kurtarmasını istemiyordum.
"Küçük bir sıyırıkla ölebileceğini mi düşünüyorsun? Eğer öyle bir düşüncen varsa yanılıyorsun. Bu yara seni sadece süründürür."
Bunu bende biliyordum. Fakat yaraya pasuman yapılmazsa eğer mikrop kaparak beni öldürebilirdi. Her şekilde süründürecekti. Zaten böyle bir hayata böyle bir ölüm yakışırdı.
"Koşsana lan!"
Yaramın hemen yanındaki elini tutarak gözlerimi zar zor araladım. Elleri o kadar sıcaktı ki üşüdüğümü fark ettirmişti. Koyu kahve gözlerini bana çevirdiğinde kuruyan dudaklarımı kıvırdım.
"Değeri olmayan bir hayatı kurtarmayın."
"Benim ya da başkaları için bir önemi olmayabilir." diyerek pamuğun üstüne tentirdiyot döktü. "Ama bu hayat senin için değerli. Bir başkasınun sözü ile önemli kıldığın hayatını değersizleştirme."
Sözlerinin hemen ardından koluma bastırdığu pamuk camını öylesine yakmıştı ki zar zor açtığım gözlerimi yeniden kapatıp dudaklarımdan çıkan iniltileri odaya yaymıştım.
"Sargı bezi ve uzun yara bandı ver. Sende git soğuk su ile bez getir."
....
Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor...
Sadece üç gün ömrü olan kelebek papatyaya aşık olur. Fakat öleceğine saatler kala 'seni seviyorum' der papatya ise 'Bende' der ve kelebek ölür. Papatya üzüntüsünden hasta olur ve yapraklarını dökmeye başlar. Döktüğü her yaprakta 'seni seviyorum' der ve en sonunda o da ölür.
O günden sonra ise sevildiğini duymak isteyen herkes papatyaya sorarmış. 'Seviyor mu? Sevmiyor mu?'
Bu yüzden papatyaları çok severdim. Her zaman bana sevdiğini düşündüren tek dostumdu. Öleceğimi söylememe rağmen bir kez olsun bana değer verdiğini söylememişti. Belki de papatya bana artık yalan söylüyordu. Öykü artık beni sevmiyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FARAZİ- Kırmızı Damlalar (Kırık Hayaller Serisi II)
ChickLitHayatı iki kelime ile anlatmamı istedi. "Kırmızı damlalar." dedim. Çünkü hayatımda kırmızı damlalardan başka bir şey yoktu. Hayatımı iki kelime ile anlatmamı istedi. "Düş kırıklığı." dedim. Çünkü neyi düşlersem hep bir engel çıkıyordu hayatıma. Uğu...