Hiç umursamadan öylece yatağına yatmıştı. Davranışları farklılaşmıştı, bunu hemen fark etmiştim çünkü fark etmemenin imkanı yoktu. Onu az bir şey tanıdıysam eğer utanır ve odadan çıkmam için ısrarla ricada bulunurdu. Şimdi ise umursamadan yatağına yatmıştı.
Kapının yanında öylece ona bakakalmış düşüncelerimle boğuşuyordum. Onu buraya ilk getirdiğimde bir an önce kurtulmak isterken şimdi gitmesini istemiyordum. Bunun anlamını da bilmiyordum.
Bu aşk değildi çok emindim. Çünkü eğer aşk olsaydı bilmiyorum canım falan yanardı herhalde....
Ayaklarım benden bağımsız usul adımlarla ona doğru giderken bakışlarımı üzerinden çekmiyordum. Tam yanında durarak beyaz tenini incelemeye başlamıştım.
Ben bir erkek olarak hayatta çok fazla şey görmüştüm. Doğduğum günden beri küçük evimize ekmek getirmeye çalışmış ve ailem ile sınanmıştım. Bu süreçlerde çoğu insan görmüştüm.
Ailesi yüzünden kötü yola düşmüş, arkadaşları yüzünden maddelere başlamış, gencecik yaşında hayata küsmüş intihar etmek için çabalayan bir çok kişi....
Karşımda uyuyan kadın ise ailesi ile çok büyük bir sınava girmişti. Onlardan kalan kız kardeşinden ise çok büyük bir ihanet...
Her şeyini verdiğini söylediği erkek arkadaşından ise hayatının en büyük bıçağını yemişti.
Bunlara rağmen hayata bir umutla bağlanması bir çok insana örnek olacak değerde büyük bir başarıydı. Yüreğindeki sızısı, içinden çığlık çığlığa ağlayan o çaresiz ruhu...
Belki de ona değiştiğini çok görmememiz lazımdı. Hatta bütün bunlara rağmen masum kalması bile muzizeydi.
Pantolonumun cebindeki ellerimi yavaşça çıkartıp ona doğru uzandım. Ona dokunmaktan neden bu kadar korkuyordum?
Aşk nedir bilmiyordum ama bir kadının yüreği bir adam yüzünden yandıysa eğer ondan tehlikelisi yoktu. Yapabileceklerinden değil söyleyebileceklerinden korkulurdu.
Bir kitapta okumuştum ve sanırım gerçekten de doğruydu....
Papatyalardan umut besleyen kadın yarın gidecekti ve belki de onu hiç bir zaman görmeyecektim.
Ona uzanan elim yumuşak tenine dokunduğu anda yüreğimde bir çarpıntı oluşmuştu. Bu çarpıntının verdiği cesaret ile yanına usulca oturarak parmaklarımın ucu ile yüzünü okşamaya başlamıştım.
Bir umut o anlaşmayı imzalar ve kalır diye düşünmüş fakat hayatımın en büyük hatasını yapmıştım. Bu şehir ona acıdan başka hiç bir şey vermemişti. İstanbul onun cehennemiydi ve o bu cehennemden kurtulmak istiyordu.
Tıpkı papatya gibi kokan teninden gelen son havayı da içime çekerek ona veda etmiş ve yanından kalkıp odadan çıkmıştım.
Adımlarımı merdivene yönelterek üçer beşer inmiş ve mutfağa girmiştim. İçimdeki o ses Nefes'ten hoşlandığımı fısıldasa da bunu inkar ediyordum.
Bu kadar kısa sürede kimse kimseden hoşlanamazdı. Yani ben buna inanmıyordum. Belki de inanmak istemiyordum, çünkü eğer kabullenirsem tıpkı annem gibi ondan da asla ayrılmak istemezdim.
Bardağıma doldurduğum viskini parmaklarımın arasına alarak mutfağın kapısından arka bahçeye çıktım.
Viskimden bir yudum alarak başımı göğe kaldırarak viskimin boğazımı yakarak geçmesine izin verdim.
Bu gece gökyüzünde yıldızlar yoktu. Ay bu gece güneş ile buluşmuş ve mutluydu.
Her şey onu hatırlatmak zorunda mıydı? Bunu istemiyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FARAZİ- Kırmızı Damlalar (Kırık Hayaller Serisi II)
Chick-LitHayatı iki kelime ile anlatmamı istedi. "Kırmızı damlalar." dedim. Çünkü hayatımda kırmızı damlalardan başka bir şey yoktu. Hayatımı iki kelime ile anlatmamı istedi. "Düş kırıklığı." dedim. Çünkü neyi düşlersem hep bir engel çıkıyordu hayatıma. Uğu...