Shangguan Fei'er hafifçe kızardı ve kısa bir tereddütten sonra dudaklarını ısırarak çadıra girdi. Zhou Weiqing'in karşısına geçti, bağdaş kurdu ve yetişime başladı; ama ondan mümkün olduğunca uzak durduğundan emin olmayı da ihmal etmedi.
Çadırın içi Zhou Weiqing tarafından havalandırılmıştı ve küçük olmasına rağmen göreceli olarak temiz ve konforlu sayılırdı. Ama küçücük alanda oturan iki kişi, birbirlerinin kalp atışlarını bile işitebiliyordu. Shangguan Fei'er, yüzünün hafifçe yanmaya başladığını hissetti.
Maskesini boyun kısmından başlayarak dikkatli bir şekilde çıkarttı ve hoş bir kırmızılığa ulaşmış olan güzel yüzünü gözler önüne serdi.
Ne yazık ki Zhou Weiqing bu güzel manzaraya şahit olacak durumda değildi. Külhanbeyi Taburunu düşünerek Ölümsüz İlahi Teknik yetişimi yapmaya fazlasıyla odaklanmış haldeydi.
Shen Bu'nun tariflerine göre Külhanbeyi Taburu, Zhou Weiqing'in planlarını başlatması için ideal ortamdı. Weiqing, normal komuta yapısından bir hayli uzak olacak, fazla emir almayacak, hatta başkalarının gözünde tam anlamıyla ordu üyesi dahi sayılmayacaktı. Üstelik Külhanbeyi Taburuna gönderilen askerlerin tamamen güçsüz olma ihtimali yoktu. Sonuçta bir külhanbeyi veya düzenbaz olarak hayatta kalmak kolay bir iş değildi.
Tabii ki Shen Bu'nun da söylediği gibi bu taburu kontrol etmek pek kolay olmayacaktı, yani Weiqing'in en kötüsüne de hazırlıklı olması gerekiyordu.
Mu En, Zhou Weiqing'e daima en kötü senaryoyu düşünmesi gerektiğini öğretmişti. Eğer o en kötü senaryonun az da olsa kabul edilebilirliği ve yaşanabilirliği varsa, bu işe cesaret edilebilirdi. Eğer yoksa tekrar düşünülmesi gerekirdi.
Külhanbeyi Taburunda en kötü senaryo kovalanmak olurdu. Zhou Weiqing, orada ölebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmuyordu; hem kendi gücüne olan güveni sağlamdı hem de yanında iki Buzlu Ruh Cennetsel Ayısı ve Gümüş İmparator Minik Kırmızı Benek olacaktı. Shangguan Fei'er'i saymıyordu bile. Haliyle ölüm konusunda endişelenmesine gerek yoktu.
Shangguan Fei'er, sessiz bir şekilde Zhou Weiqing'i izliyordu. Bu kerata kendisine bakmaya bile tenezzül etmiyordu. Utanıyor falan mıydı ki acaba? Hmph! Eğer o bile utangaç olabiliyorsa dünyadaki herkesin utangaç olması lazımdı! "Hmph! Düzenbaz!" diye mırıldandı kendi kendine.
Çadıra girene dek Zhou Weiqing'in kendisine yönelik bir hamlesi olabileceğini düşünmüştü. Ama onun bu kadar iyi davrandığını görmek hafif bir hayal kırıklığına yol açıyordu. Bu tam olarak kadınların paradoksuydu. Bazı eşsiz şartlar altında böyle garip bir hisse kapılmaları mümkündü.
O gece Zhou Weiqing'in fazlasıyla uslu durabildiği kanıtlandı ve güneş gökte yükselene dek yetişim yapmayı sürdürdü.
Çadırın güneşe karşı 'koruması' pek böbürlenilecek gibi değildi. Sabah olduğunda çadır tamamen aydınlanmış ve ısınmıştı.
Gözlerini açan Zhou Weiqing, bir nevi trans halinde olduğunu hissetti. Gözlerinin önünde uzun süredir özlemini çektiği aşırı tanıdık bir yüz vardı.
Çadıra giren ışıklar kızın yüzüne iniyor ve narin parıltılar bu tanıdıklığı iyice güçlendiriyordu! Zhou Weiqing'in kalp atışları hızlandı ve bilinçsizce o güzel dudaklara doğru eğildi.
Ancak o dudakların sahibinin uyku mahmuru gözleri bir anda açılmıştı. Tabii yüzüne yaklaşan iri suratı gördüğü anda da şaşkınlıkla geriye sıçradı ve bacaklarını da bilinçsizce önündeki adama geçirdi.
Zhou Weiqing'in göğsüne ulaşan bacak onu hassas hislerinin ortasında yakalamıştı. Ve bir yırtılma sesiyle birlikte çadırı delip geçerek dışarıya doğru havalandı.