3-Siyahi Kız

2K 613 531
                                    


David düşündü.

"Sınırsız açlık hissi... Kırmızı... Yemek üzerine kurulan işletmelerde, fastfood firmalarının mobilya, dekorasyon ya da afişlerinin tasarımında kullanılan en önemli renk...Bilim adamlarının söylediğine göre bu renk insanda açlık hissi uyandırıyor."

   Sonra bir cızırtı... David'in pantolon cebinden gelen titreşim sesi bu. Ardından neşeli bir melodi... Bir telefon geliyor. Deli dolu sesiyle, heyecanla konuşmaya başlıyor karşı taraf:

"Hey! Ne haber adamım? Seninle çok acil görüşmemiz gerek. Şirket hesaplarında bir karışıklık çıkmış. Derhal ofise gelmelisin. Patron çıldırmış durumda. Sürpriz! Kocaman ağzıyla ateş püsküren ejderha yüz yıllık uykusundan uyandı. Çabuk atla gel. Zor durumdayız. Zaman işliyor. Geri sayım başladı. Tik tak! "

   David karşı tarafı onaylayıp, son model cep telefonunu, özenle seçilip temizlenmiş pahalı ceketinin cebine koydu ve söylenerek masadan kalktı. Bu şirket işlerinden daha çok önemsediği bir işi vardı David'in. Bir proje. Son derece merak ve ilgi uyandıran bir proje için gönüllü denek olmak istiyordu. Neden bilmiyordu ancak son derece fazla bir merak vardı içinde, O'nu projenin yürütüldüğü laboratuvara doğru çeken. Laboratuvara nasıl geldiğini bile anlamamıştı. Deneyi yürüten profesörün yardımcılarıyla tanışıp gönüllü olduğundan bahsetti ve çabucak boş bir odaya yönlendirildi. Kalbi çarpıyordu.

   Laboratuvarda deneyi için çırpınan Sarah, yeni gelen dosyaya baktı. Asistanına dosyadaki 29 numaralı deneği işaret etti. Asistanı boş odada bekleyen David'i çağırdı. O'nu sedyeye yatırdı. David'in kalbi çarpıyordu.

"Sakin ol. Sapasağlam geri döneceksin. İçin rahat olsun. Bilimin kollarına bırak kendini. Sana zarar vermeyeceğiz. Senin için çok farklı bir deneyim olacak."

   Asistan elindeki şırıngayı renkli karışımlara daldırdı ve ilacı usulca şırıngaya çekti. Pistona hafif bastırdı ve bir miktar sıvı yukarı sıçradı. Şırınganın ucuna tırnağıyla hafifçe vurdu ve iğneyi deneğin damarına sapladı. EED deneğin damarlarına doğru süzülürken, 29 numaralı denek David'in bilinci karardı ve bir ruh daha empati kurmak üzere başka bir bedene doğru yola çıktı.

"Acil iş çıkmış. İki-üç lokma yiyip, hesabı ödeyip gidiyor. Gerisi çöpe... Oysa ben... Keşke bize verseniz ben yerdim. Hem de üç gün yeterdi bile o bana, gerçekten. Söz yetinirim ben, söz...Ne olur... Sadece bir lokma...

   Burası çok uzak. Burası size uzak. Burası Afrika. Sizin vicdanınızın gözlerinin göremediği bir yer. Vicdanınızın sorgulamadığı, hatta bir çoğunuzun varlığından haberdar bile olmadığı, sizin için var olmayan ama benim için son derece gerçek bir yer. Ben sizin masalınızın gerçek kahramanıyım. Tanışalım mı, kör, sağır, dilsiz cellatlarım?

   Bedenimde bir yabancı var. Bu garip bir his. Bir başka ruhun varlığını içimde hisseder gibiyim. Bu ruh bana biraz daha güç veriyor. Cılız, aciz ve yorgun bedenime hoşgeldin yabancı.

   Merhaba. Benim adım Jamelia. İsmim size yabancı gelebilir. Ama buralarda sıkça kullanılan bir isimdir. Anlamını bilmeyenler için açıklayayım: Bizim dilimizdeki "Jamelia", sizin dilinizde "güzel" demek. Evet sözlük anlamı bu. Ailem bana neden bu ismi koymuş bilmiyorum. Güzellik algınız nedir, inanın onu da bilmiyorum.

   Tatmaya hiç fırsatım olmadı ama sizler çikolatayı çok seversiniz. Siz sevdiğinize göre eminim çok güzeldir. Onca nimet arasında bazı insanlar için çikolata özel bir nimet çünkü. Bu yüzden hep merak ettim. Benim yeme fırsatım olmadı. Lâkin annem eskiden yemiş birkaç kere. Öve öve bitirememişti. İşte o çikolata gibi - belki biraz daha koyu - bir ten rengim var benim. Bu yüzden ten rengimi seveceğinizi düşünmüştüm. Ancak annem diyor ki;

"Beyazlar, siyahları sevmiyor, Jamelia."

"Neden?" diye soruyorum,

"Bilmiyorum." diyor.

   Sessiz düşünüyorum. Çikolatayı çok seviyorlar ama çikolata gibi güzel bir ten rengine sahip olan insanları sevmiyorlar. Üstelik bunu biz seçmemişken. Sonra merak ediyorum. Anneme soruyorum:

"Anne, ben doğduğumda tenim ne renkti?"

Kahkaha atmaya dermanı olsa, kendini yerlere atıp kahkahalara boğulacak gibi bakan annem gülümsüyor:

"Ah, Jamelia... Benim masum kızım. Elbette şu anki ile aynı renkti. Çok komiksin."

diyor ve son gücüyle sırıtıyor. Kafam iyice karışıyor, tatmin olmamışım. Cevap veriyorum:

"Peki, ben doğduğumda da bu renkteysem, bu doğuştan olan bir şey demektir. Bu da demektir ki, bunu ben seçmemişim. Benim elimde olan bir şey değil yani. O zaman benimle aynı renkte doğmayan insanlar da renklerini kendileri seçmedi. Yani benimle aynı ten rengine sahip bir şekilde de dünyaya gelebilirlerdi. Ozaman neden bizimle ten rengimizden dolayı dalga geçiyorlar anne? Biz seçmedik ki, tıpkı onların da seçmediği gibi."

   Jamelia'nın annesi kızının bu son derece anlamlı, düşündürücü ve boyundan büyük sözlerine şaşkınlık içinde bakakaldı. İçten içe hak veriyordu Jamelia'ya. Yıllardır bir türlü dile dökemediklerini bir çırpıda söyleyen kızına hayranlıkla baktı ve içini çekti:

"Ah, Jamelia... Bu dünya çok garip kızım. Kalpleri kötülükten simsiyah olmuş insanlar, kendi katran karası kalplerine bakmadan senin yüzüne bakıp, sana siyahi derler. Asıl siyahi olansa, kendi kirlenmiş yürekleridir. Bilmezler..."

Geri SayımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin