29-Yarı Yapay Zekâ

516 204 68
                                    


Sarah kendini iyi hissetmiyordu. Zihnindeki yorgunluk bir yana gerçekle rüyâ arası yaşadığı şeyler -ya da yaşadığını sandığı şeyler- O'nu ruhen sersemletmişti. Kafası karışıktı. Kulaklarındaki çınlama geçmek bilmiyordu.

"Ah, neler oluyor Tanrım? Bana neler oluyor?"

Belirli kesitler canlanıp duruyordu zihninde. Bir oda. Orada duran Jeff. Bir kitaplık. Kitaplıkta yaklaşık 10 tane kitap var. Kahretsin. Anımsıyordu. Evet hatırlıyordu ancak hatırlamak beynine inanılmaz bir sancı veriyordu. Beyninin kıvrımlarındaki dalgalanmayı hissediyordu. Bu öylesine derin bir histi ki... İletilen bilgi. Elektronlar, nötronlar. Fazlasıyla karışık. Düşünemedi daha fazla.

Fazlasıyla yorgundu. Ve fazlasıyla stresli. Bir şeyler dönüyordu. Farkındaydı.

"Kahrolası asistan yine bir işler çeviriyor."

Bunca olaydan sonra zihin bulanıklığı yaşaması. Jeff'in zihninde belirmesi. Odası, kitaplığı. Çok gerçekçiydi. Bir rüyâdan ibaret olamayacak kadar gerçekçi. Ayrıca uyumamıştı da zaten. Uyumadan nasıl rüyâ göresin ki?

Sarah'ın ruhunu daraltan bir şeyler vardı. Kötü hisler. Anlam veremediği bir korku içindeydi. Sarah korkudan nefret ederdi. Korkmak O'na kendini zayıf hissettirirdi. Platon'un şu sözüne bütün kalbiyle inanırdı Sarah:

"Korku köleliktir."

Bu nedenle acilen toparlanması gerektiğini düşündü. Ani bir hareketle kalktı ve banyoya koştu. İpek geceliği bedeninden kayıp giderken, narin ayaklarını piste attı su prensesi ve dansa soyundu. Buz gibi suyun altına bıraktı yorgun bedenini. Soğuk su. Beynine bir balyoz gibi inmişti. O'nu bir nevi sarsıp kendine getirmişti.

"Soğuk su sinirleri uyarır ve zihni açar. Bedenin daha zinde olmasını sağlar."

Bu nedenle bazen - özellikle de sabah erken kalktığında - soğuk su ile duş alırdı Sarah. Güne zinde başlama ritüellerinden biri olmuştu bu. Sonra güzel bir kahvaltı ve üzerine sert bir kahve. İşte çılgın profesör savaşa hazır.

Akan suyun huzur verici sesi. Yüzünden süzülen damlalar. Bütün, yorgunluğu, zihin bulanıklığı, hayattan bıkmışlığı çamur gibi akıyordu vücudundan. Su, ruhunu temizliyordu. Su, zihnini arındırıyordu. Su, O'na dingin bir berraklık veriyordu.

Kendini serbest bıraktı. Düşünmeye başladı. Projesini. Aşklarını. Hayatını. Hayat amacını. Değişim hedefleyen bir proje. Ve önünde bir dağ gibi dikilen engeller. Ve hiç vazgeçilmeyen hayaller. Devrim. Dünya çapında bir devrim. İyi, temiz, düzenli, güzel bir dünya hayali. Ve önünde kıs kıs gülerek O'na bakan, işaret parmağıyla O'nu gösterip, arkadaşının kulağına fesat sözler fısıldayan, çabalarıyla ve hayalleriyle açıkça alay eden yaramaz ergen; "gerçek dünya".

"Hayaller... Hayatlar..."

diye geçirdi içinden iç çekerek.

"Hayaller cennet, hayatlar cehennem."

Yaşanılmayası, iğrenç, mide bulandırıcı bir dünya burası. Kötü insanlarla, vicdansızlıklarla dolu, kötü bir dünya.

Yorulduğum, yeter dediğim, bu kadar da olmaz dediğim, pes artık dediğim oldu mu, oldu evet. Birçok insan gibi gözlerimi kapatıp kendi hayatımı yaşamak istediğim anlar... Yalnızlığımla başbaşa kalmak istediğim o eşsiz dakikalar... Hiç kimseyi düşünmediğim, katledilen insanları, hayvanları, ormanları, doğayı falan zerre umursamadığım anlar meselâ. Meselâ, sokakta aç gördüğüm çocuğu doyurmadan yediğim yemeğin boğazıma dizilmediği tek bir gün olsa istedim bazen. Hepsine de sen yetişemezsin ya, biraz da boşver be dediğim anlar olsun istedim. Ama yok bunu hiç gerçekleştiremedim.

Geri SayımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin