12-Bir Bedende İki Ruh

914 440 108
                                    


Jeff laboratuvarın içinde oradan oraya sinirli bir şekilde yürüyüp duruyordu. Profesör saatlerdir ortalarda yoktu. Ve Jeff nedenini bilmediği sinir bozucu hislerle boğuşmak zorunda hissediyordu kendini. Profesör yanında değilken -"hayır kendini kandırma" dedi kendine, " O bir başka erkekle birlikteyken"- kendini kötü hissediyordu. Aşık mı olmuştu? Kafasını dağıtacak bir şeyler yapmalıydı. Onu bir süre için bile olsa aklından atmalıydı. Deneklerin bulunduğu koridora doğru yürüdü. Rastgele bir kapıdan girdi. Ve kendinden geçmiş şekilde sedyede uzanan deneğe doğru yaklaştı. Orta yaşlı, göbekli, iri yapılı bir adamdı. Bileğine baktı. 42. Dosyayı açtı.

"Gönüllü denek kodu: 42
Ad-Soyad:Sam Wilson.
Yaş:40
California."

"Gel bakalım pofuduk."

diyerek adamı aldı ve adamla birlikte odadan çıktı. Boş durmamalı, Profesörün gözüne girmeliydi. Deneyler O laboratuvarda değilken dahi devam etmeliydi. Ne de olsa bir rapor sunmalıydı ona Jeff. Ne kadar çalışkan, o kadar çekici. Sarah'ın umrunda bile değildi oysa. Farkında değildi Jeff bunun. Ya da farkındaydı ama gerçekleri kabullenemiyordu bir türlü.

"Pofuduk, hadi seni başka bir dünyaya yollayalım ne dersin? Hmmm neresi olsa ki? Bir hamburger dükkanına ne dersin?"

dedi ve sinsi kahkahalar atarak iğneyi deneğin damarına soktu. İçerisindeki ilacı boşalttı. Sam'in yeni hayatına saniyeler var. 3... 2... 1... Geri sayım başladı.

"Gözlerimi açtım. Bir evdeyim. Ama burası benim evim değil. Küçük bir battaniye üzerinde uyandım. Bu da ne? Neredeyim ben? Benim yumuşak, full ortopedik, son derece sağlıklı yatağıma ne oldu? Ben burada uyuyamam ki bel fıtığı var bende. Ayrıca hiç rahat değil. Belim, bacaklarım uyuşmuş resmen. Bacaklarım uyuşuyor bacaklarım. Bir dakika bu bacaklar da ne? Heyy bir dakika bu ben olamam! Bu da neyin nesi? Kabus mu bu? Neler oluyor ulu Tanrım! Ah! Sana inanmalıydım. Bahsettikleri cehennem bu, değil mi? Özür dilerim, özür dilerim ne olur affet! Varlığına inanmalıydım, beni affet!

Benim adım Sam! Sam Wilson. California da yaşıyordum ben. Kendi büyük çiftliğimde. Şimdi, şimdi ben neredeyim? Bilmediğim bir yerde tanımadığım biriyim. Lanet olsun bu da ne böyle şaka mı bu? Gelişmekte olan göğüslerim var. Bacaklarım ve kollarım kısalmış. İyi olan tek şey: göbeğim artık yok, erimiş gitmiş. Tanrım! Ben, 40 yaşındaki Sam Wilson, küçük bir kız çocuğuna dönüşmüşüm! Neler oluyor? İçim korkuyla doldu. Bir gariplik var. Ruhumu sıkıştıran bir şeyler var.

Günler geçti burada, ama sanki asır gibi. Buradan kurtulmanın yollarını arıyorum. Her gün ayrı bir işkence, yeniden yeniden yaşanan her gün. Bu nasıl bir coğrafya? Dünyada bu kadar zulüm var mıydı? Ben neden bu kadar umursamazdım? Ben neden bu kadar kör, neden bu kadar sağırdım?"

" Evet umursamazdın! "

diye haykırdı içinden bir ses.

"Sen TV karşısında, koca göbeğinin üzerine koyduğun tabaktan sağlıksız yiyecekler yiyip, ardı ardına bira içmekle meşguldün çünkü. Benim gibileri düşünmek falan nereden gelecekti aklına. Yerinden kalkmaya üşeniyordun! TV de yüzümü görsen bakmaya üşenirsin. Ama önüne koysalar gözlerinle yiyecekmiş gibi süzersin. Öyle değil mi?

Daha önce yapmıştın hatırladın mı? Neydi kızın adı? Linda. Küçücüktü. Müdürü olduğun kimsesizler yurdunda, annesi babası olmayan biçare bir kız! Doğru bildim değil mi? Zavallı kızcağızın çığlıkları hâlâ kulaklarında. Çırpınışları hâlâ gözlerinin önünde.

Ve sen öylesine iğrenç, öylesine ruhsuz bir mahlûksun ki bunları hatırlamaktan bile zevk alıyorsun!
İçin pislikten ibaret. İçindekiler, aklındakiler, kapkara kalbindeki pis dilekler beni boğuyor Sam. Seni ellerimle boğma imkânım olsa gözümü bile kırpmadan bunu yaparım! Pis sübyancı!"

"Bir dakika neler oluyor? İçimden geçen bu düşünceler de ne?"

"O düşünceler benim şapşal! İçinde bulunduğun minik bedenin sahibi!

Benim adım Raha. Ben İranlı küçük bir kızım. "Raha" sizin dilinizde "Özgür" demek. Bakma anlamına. Tamamen Palavra! Özgür falan değilim. Bir köleden ibaretim."

Sam son derece şaşkındı. Neler olduğunu anımsamaya çalışıyor ve bunu yapmaya çalışırken küçük Raha'nın düşünceleri beynini allak bullak ediyordu.

Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Bu tuhaf evrende zaman farklı işliyordu.

"Artık kabullendim Hapsolduğum dünyayı keşfe çıktım. Burası İran. Bugün günlerden acı. Haberlerde falan bahsi geçse veya bir internet sitesinde denk gelsem ya da birilerinden adını duysam zerre kadar umursamayacağım bir yer. Şimdi buradayım. Burada bu hayatı yaşamaya mahkumum. Raha ile birlikte. Onun minik bedeninde. Lânet olsun başka yer mi kalmadı?" diye düşündü Sam.

Evet başka yer kalmamıştı. Çünkü her kaosun içinde bir düzen vardı. Her insan hak ettiği hayatı yaşayacaktı.

Sam... Hani evet şu bildiğiniz... Pardon sizin bilmediğiniz, size gayet ahlâklı biri olarak görünen yetimler yurdunun ahlâksız müdürü Sam... Artık hak ettiği yerde. İstismâr ettiği kız çocuklarıyla benzer bir kaderi, hattâ çok daha kötü bir kaderi yaşayacak olan Raha'nın bedeninde...

Empati vakti Sam! Aç gözlerini, iyi izle sana, pardon Raha'ya yapılacakları. Kulaklarını iyi aç, iyi dinle Raha'nın çığlıklarını. Bu zamana kadar başka Raha'ların çığlıklarını duymadın. Ya da duymamazlıktan geldin. O çığlıkların tek sorumlusu sen olduğun halde sağır oldun, duymadın, zerre kadar umursamadın! O zamanlar sen daha önemliydin çünkü! Değil mi? Senin zevklerin! Senin kahrolası iğrenç zevklerin! İsteklerin! Senin nefsin! Altında ezilen, acı çeken, haykıran, hıçkıran, yardım dileyen, yalvaran o minik bedenlerin çığlıklarına kulaklarını tıkadın.

Şimdi sıra sende. Çığlık atma sırası sende. Sesini duyurabilmek için son gücünle çırpınma sırası sende. Hem belki... Belki koca cüssenle sen, Raha'nın acısını paylaşırsan, bu minik bedenin acısı biraz azalır, ne dersin?

"Burası İran. Ben Sam. Ya da Raha. Her ikisiyim artık. İran'da bir kız çocuğuyum bugün ben. Sünnet olacakmış ben ve benim yaşımdaki bütün kızlar. Buna din diyorlar. Ama benim inandığım Allah merhametliydi. Bir dakika ben ateisttim. İçimdeki bu inanç da neyin nesi? Neyse... Sanırım bu Raha'nın inancı.

Hani merhametliydi O? Hani en yüce en merhametliydi? Öyle diyordun baba? Anne sende mi? Öyleyse böyle bir şeyi istemez ki...

Kız çocukları sünnet mi olurmuş hem? Buradan başka nerede görülmüş bu?

Anne, Allah merhametlidir. Benim gibi minik bir kızın canını yakmanızı neden emretsin? Sağlığımı tehlikeye atmanızı neden istesin? Merhametlidir O. Siz de merhametli olun, lütfen.

Anne lütfen sen de kadınsın. Çok canım yanacak biliyorum. Diğerleri çok bağırmış, ağlamıştı. Hem kadınlar sünnet olmaz ki. Hem zararlı ki vücuda. Bizim anatomimize uygun değil. Dinimizde böyle bir şey yok ki.

Hiçbir şeyden zevk almamalıymışım. Ben erkeğin malıymışım. Ben onu memnun etmek için varmışım. Tanrım bu bencillik değil mi? Ama burası İran. Karşı koyamam hakkım yok. Yoksa ceza alırım."

Sam'in ilikleri çekilmişti duydukları karşısında. Kanı donmuştu. Bu bedenden kurtulmalıydı. Çıkıp gitmeli, kendi şişman, göbekli bedenine geri dönmeliydi. Ama olmuyordu. Dönemiyordu. Burada sıkışıp kalmıştı. Ve yaptıkları gözlerinin önüne geldikçe, "Cezam bu benim galiba... Neler yaptım ben? Lanet olsun! Nasıl yaptım bunları?" diye düşünüyordu. Anlamıştı evet. Ama artık çok geçti. Bir bedende iki ruhu; Sam'i ve Raha'yı hayatları boyunca hiç şahit olmadıkları kadar büyük bir acı bekliyordu.

Geri SayımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin