25-Sünnet Kâbusu

900 277 94
                                    


Sarah kendini toparlamaya başlıyordu. Deneylere tam gaz devam etmeliydi. Sabah erkenden laboratuvarında almıştı soluğu. Derin bir nefes aldı.

"Hedefe giden yolda, çekilen çile kutsaldır."

dedi ve deneklerden birini daha farklı bir tecrübenin kollarına bırakıverdi.

"Uyandı. Toprak evde garip bir telaş vardı. Bir koşuşturmaca, bir gariplik. Doğruldu ve yatağın içinde oturdu. O minik beden, korku ile doldu. Kocaman oldu sanki bedeni. Kalbi sıkışıyordu. Bir şeyler dönüyordu. Korkmasını ve hatta arkasına bile bakmadan kaçmasını gerektiren bir şeyler...

"Sam? Hey Sam! Orada mısın? Duyuyor musun beni? Bu evde bir şeyler dönüyor. Hey sana diyorum!"

Raha kendi kendisiyle konuşuyordu.

"Biri görse ne der acaba? Annem mesela. Benden zaten çoktan vazgeçmişler. Bir de bunu anlatsam, bana "Sen tamamen delirdin" der kesin. Daha kolay teslim eder beni o suratsız kadının ellerine..."

Sam uykuda gibiydi. Kendine geldi.

"Tanrım ne olur bu sadece bir kabus olsun. Uyanacağım ve TV karşısındaki koltukta abur cubur dolu tabaklarla etrafım çevrilmiş, elimde boş bir içki şişesi ile karşılaşacağım. Tanrım lütfen her şey sadece bir rüya olsun."

Ama değildi. Her şey son derece gerçekti. Ve Sam bunu er ya da geç kabullenecekti.

"Evet yine başa döndük. Hala bu küçük, son derece şanssız bedendeyim."

Kapı hışımla açıldı. Raha'nın babası aceleyle kızı yataktan kaldırdı. Annesi kapının yanında endişe ile bekliyordu. Kızının yüzüne bakamıyordu. Kızına kaçamak bakışlar atıyor, korkudan dudakları titriyordu. Kendisi de daha önce aynı şeyi yaşamıştı. Hâlâ da çekiyordu cefâsını. Kızının başına gelecekleri çok iyi biliyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Olması gereken buydu. Doğru olan. Peki ama kime göre? Neye göre doğru? Herkesin kendi doğruları vardı belki de. Başka hayatlara, başka insanlara bu derece müdahale etmek ne derece doğruydu?

Haksızlık değil miydi bu? Kendi başına gelecekler için söz sahibi olamamak... Kendi hayatınla ilgili kararları kendin verememek... Dayatmalarla, törelerle, saçma sapan cehalete boğulmuş inançlarla bastırılmak, sindirilmek, korkutulmak. Sorgulayamayacak hale, dahası sorgulamaktan bile korkacak hale getirilmek...

2 adam geldi. 2 zebani. 2 şeytan. Biri babasıydı sözde Raha'nın. Diğeri ise abisi.

"Aile bu mu demekti?"

diye düşündü Raha.

"O zaman ailem benim en büyük düşmanım, öyle değil mi? Bana nasıl kıyacaklar? "

Gözlerine baktı. Merhamet dilendi. Ama hayır...O gözler... O kahrolası acımasız gözler! Kan bürümüştü o gözleri.

Bir kolundan babası, diğer kolundan abisi tuttu Raha'nın. Çırpındı Raha. Ağladı, bağırdı. Hem de boğazı yırtılana kadar bağırdı. Tıpkı diğerleri gibi. Ondan öncekiler gibi. Ama sesini kimse duymadı. Yine tıpkı diğerleri gibi. Ondan öncekiler gibi. Onu kimse anlamadı. Sam'dan başka.

Sam çok korkuyordu. Raha ile birlikte yaşayacaklarından çok korkuyordu.

Sürükleyerek götürdüler. "Hayvan bağlasan durmaz" denilecek kadar berbat bir yere, eski bir ahıra götürdüler Raha'yı. Siyah elbiseli, esmer, çirkin suratlı bir kadın bekliyordu. Elinde ürkütücü bir çanta. Önünde bir çarşaf. Biraz sonra kana boyanacak bembeyaz bir çarşaf. Raha'yı getirdiler. Biri kollarını tuttu ve kadın yaklaştı. Minik bacaklarını ayırdı.

Geri SayımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin