Bölüm 48

69 1 0
                                    

..........Nede olsa ,kaybedilen eşten ötürü ,bir deneyim vardı. Ne kadar acı bir durum ki bu deneyimi kazanmak bir insanın hayatına mal oldu. Cahillik bir insanın ve etrafındakilerin en büyük düşmanı olduğunun büyük kanıtıdır. Burada vefasızlık doğrultusunda konuşabiliriz. Sizin sevginize inanan bir insan ,yıllarca sizi beklemesinin karşılığı bu olmamalıydı. Şimdi ise babam annemin vefatından sonra eşi ile bi hayli hasbi hal içindeydi. Kendine yaptırdığı evi ile artık ayrı yaşıyordu.

                     Diğer kardeşim öldükten sonra, tek kalmıştım. Burada dürüst olmak isterim ki ,babam bana annem den sonra iyi davrandı. Babam kadar olmasa 'da üvey annemde yer yer şefkatini benden esirgemedi. İlerleyen zamanda, üvey annem gebe kaldı ama, düşük oldu. Doktor hiçbir şey yapmamasını söyledi. Yerinden dahi kıpırdamayacaktı. Bu karnında ki, bebesi için önemliydi. Babam doktorun dediklerine harfiyen uyguluyordu. Evimize bir hizmetli dahi alınmıştı. Üvey annem ,doktorun tavsiye ettiği besinleri yiyor, babam ise bunları eksiksiz bir şekilde evimizden eksik etmiyordu, hatta yeri geldiğinde üvey annemi kendi elleri ile besliyordu. Bense bu duruma uzaktan seyirci kalır, geçmişi düşünerek ,o yıllara dalıp giderdim. Babamı bu halde görmek gerçekten  zoruma giderdi. Aklıma gelen ilk şey,  annem ile çektiğimiz sefillik olurdu. Dedem ne getirirse onu yemek zorundaydık ,ister sev, ister sevme ,ya yersin ya aç kalırsın. Yiyecek başka bir şey yok. Veya canının çektiği şeyi alma kudretin de yoktu. Kaldı ki böyle bir durumda büyükten yiyecek olduğun dayak ta bunun cabası idi. Şimdi babamın evdeki halleri beni ister istemez duygusallığa itiyordu. ''Zamanın da çekilen cefa ,ve arkasından gelen sefa' 'Hayatın böyle olmaması lazımdı diye hep düşünürdüm. Âmâ bir gerçek vardı ki, onu yaşamak zorundaydık. Bu gerçek yazılandı. Yaratılan ,yaşadığı sürece bunu yaşamak ile mükellefti.

                        Evlatlarım ,geçmiş geleceğe ışık tutacak örnekler ile doludur. Sizler geleceksiniz, benim anlattığım gerçekler ise  ,sizlerin geleceğine ışık olacaktır. Lakin bu ışıklar kaideye alınmaz ise ,gelecek sizlere geçmişi aratacaktır. Elimdeki tüm imkanlar ile sizlere eğitimlerinizi tamamlattım. Sizlerde azim gösterdiniz ve başarılı oldunuz. Bende geçmişte aynı şeyleri yaptım.

                      Babam bizimle değil iken ,eğitimim sekteye uğrayarak ilerliyordu. Almanya dan döndükten sonra ,annemi kaybedince ,babam eğitimimi aksatmamaya özen gösterdi. İşin esası Almanya ,babama hem maddi ,hem manevi değerler katmıştı. Âmâ zavallı anneciğim bunları göremedi. Babam ,lise okuma çağıma geldiğimde, beni yatılı olarak bir liseye kayıt ettirdi. Yaşadığımız köye yakın bir lise yoktu, gidip gelmekte zordu. Bunun için yatılı olması en iyisiydi. Burada izlenen yol ,eğitimimi daha iyi şartlarda alabilmem idi. Okulumuz temiz ve iyi eğitim veren bir okuldu. İlk zamanların iyi geçtiğini söyleyemem yer, yer duygularıma hakim olmayışım vardı ,o yüzden epey bir zaman ,sessiz olmaya karar verdim. Mecbur kalmadığım sürece konuşmuyordum. En yakın arkadaşlarım kitaplardı. Genelde geceleri sessizlik oluştuğunda kitap okurdum. Okuduğumu çok iyi anlardım. Kitap okuma sevgimi bana edebiyat öğretmenimiz aşılamıştı,  35 yaşlarında iyi eğitim almış, kaliteli bir hocaydı. Sınıfımızda o kadar kişi arasından dikkatini çekmiştim. Gerçekçi olmak gerekirse, güzel ve mütevazi bir kişiliği vardı. Alçak gönüllüğü ve gülen gözleri beni her zaman mest ederdi. Bir gün sınıfta ders anlatırken, gelip yanıma oturdu.O ana kadar hiçbir yakınlığımız olmamıştı. Âmâ ne zaman sınıfa bir soru sorsa, konu hakkında fazla bilgim olmasa bile muhakkak el kaldırırdım. Zaten yanıma oturma sebebi de buymuş. Bana ''Seni uzun zamandır izliyorum, ne zaman sınıfa bir soru sorsam ilk sen ayağa kalkıyorsun, o yüzden sana kanaat notu kullanmak istiyorum dedi.'' O gün sırama gelip bana bu sözleri söylemesi, o sınıfta daha istekli ve daha neşeli okumama sebep olmuştu. Bana ilk hediye ettiği kitap ise ''Kamelyalı kadın' 'adlı romandı. Bu gün bile hala o romanı saklarım. Hafta sonları köye gider ,orada kalırdım. Cuma akşamından çıkar, pazartesi geri dönerdim. Özellikle bunu okula başladığım ilk dönemler, düzenli bir halde uyguluyordum. Daha sonraları her hafta sonları gitmemeye başladım. Artık okuluma iyice alışmıştım. Tatilde köye gittiğimde yaptığım ilk iş annemin mezarını ziyaret etmekti. Bazen mezarın başında ,uzun uzun oturur düşünürdüm. Her şeyin bittiği yer orasıydı. İnsan yaşadığı sürece yaptığı iyiliklerin ve kötülüklerin sorguya çekileceği yer orasıydı. Yer yüzünde yaşayan tüm insanların ne zaman girecek olduğu belli olmayan ama kayıtsız şartsız girecek olduğu tek yerdi. Seninle gelecek olan tek şey amellerin idi, yani günahların ve sevapların.....Mezara bakıp bunları düşününce her zaman bir tuhaf olur hatta tüylerim diken diken olurdu. Âmâ sonra bunların hiçbir şeye çare olmayacağını düşünürüm. Ecel bir gün kapıyı çalacaktır tıpkı annemin kapısını çaldığı gibi. Âmâ o günahsızdı ve hayata gözlerini günahsız olarak kapadı. Bir kuyuda boğularak son nefesini verdi. Ne kadar acı bir durum .O günahsız insana yapılan günahların elbet hesabı sorulacaktır.

                        Mezardan ayrılıp eve dönerken, annem ile yaşadığımız eski eve de uğradım. Büyük annemi ve büyük babamı ziyaret ve o evde annem ile yaşadığımız dönemi yad etmek için her zaman eve gidip, yattığımız odamıza girerdim. Bunu her gittiğim de yaptım. İçimde yara oluşturduğunun farkında olduğum halde bunu yine yapardım eve her gidişim yarama tuz basmaktı. Bu acıyı yaşadığımı bildiğim halde, yine de giderdim. Amacım annemin acılarını Olur'da ,bir gün çekilen çileyi unuturum diye, her gidişimde muhakkak odaya girerdim. Bu gün o acı ilk günkü gibi tazeliğini koruyorsa ,bunun en sağlam temeli ,o eve düzenli gidişim ve annemin kabrine onunla beraber yatıyormuşum gibi bakmamdır. Allah öteki dünyada mekanını cennet eylesin. İlerleyen zamanlarda üvey annemin bir kız çocuğu oldu. Hafta sonu köye gittiğimde çocuk yaklaşık 4 günlüktü. Evet o çocuk şu an Almanya'da evli olan halanız Hatice'den bahsediyorum. Yanlış hatırlamıyorsam Mayıs ayıydı. Köylerin en güzel zamanı diyebilirim. Her yer yem yeşil ve ormanlarda yankılanan tek ses kuş sesleriydi. Eve girdiğimde babam bebek ile ilgileniyordu. Gözlerinde öylesine sevinç ve mutluluk vardı ki, insan acaba ben doğduğumda da durum böylemi idi diye aklından geçirmiyor değildi. Veya ölen kardeşim doğduğunda ,çocukluk işte ,o an aklımdan ilk bunlar geçti. Sonrasında geçen şeyler ise üvey annemin yattığı yatak .İşlemeli battaniyeler ve yatak, her şey kusursuz gibiydi. Öyle olması için büyük özen gösterilmişti. Bizim doğup büyüdüğümüz ev ile o an ki evin hiçbir alakası yoktu. Rahmetli annem bu gibi durumları pek sıkıntı etmiyordu. Çünkü ağırlıklı olarak her kes çocuğunu evinde doğururdu. Âmâ çoğunluğun eşi yanı başında idi. Sıkıntıda çekse ,çile de çekse ,o eş yanında iken bunlar göz önüne gelmiyordu. Âmâ ne var ki babamın ikinci eşi böyle bir yokluk ile hiç karşılaşmadı, karşılaştırılmadı.

                     Evimizin neresine baksan, bir düzen ve bir temizlik vardı, eski olan hiçbir şey yoktu. Üvey kardeşim Hatice ,annesinin hemen yanında sıcacık yatağında uyuyordu. Odaya girdiğimi gören babam, beni hemen yanına çağırdı. Âmâ ne yalan söyleyeyim ,yüreğim birden kabarır gibi oldu. Duygulu bir an yaşadım o an ,birden ağlayacak gibi oldum. Babama cevap veremiyordum sanki ağzımı açtığımda kontrolsüz bir ağlama başlayacaktı. Nedenini o an kavrayamadım, ama buna ortak koşacak tek neden annemi hayal etmemdi. Hayalden ziyade, üvey annemin hemen yanına onun resmini yerleştirmem idi. Aradaki uçurum bir tokat gibi inmişti yüzüme. Annemin zamanın da çektiği çilelere pek şahit olmayan babam için benim yaşadıklarımı anlaması beklenilemezdi. Yüzünde ,sadece bir eşi kaybetmenin hüznü vardı, bundan ötesi yoktu, olmadığı ise yeni eşi için, yaptığı tüm yeniliklerden anlaşılıyordu. Bebeği kucağıma veren babamın yüzünde sahte bir mutluluk gülüşü vardı. Çökmüş yüz hatları mutlu bir yüzü andırmıyordu. Âmâ kucağıma aldığım halanız Hatice henüz 4 günlüktü. Hiç bir şeyden haberi olmayan masum bir melek. Onun yüzüne bakmak insanın içine mutluluk veriyordu. Her ne kadar adil olmayan işlerden bahsetmiş olsak ta ,günahsızdık ve masumiyet bir bebeğin yüzünden başka hiçbir yerde bu şekilde belirmez ve beliremezdi. Lise yıllarım bu şekilde devam ediyordu. Artık alıştığım okulumda daha rahattım. Bir süre sonrada farklı düşüncelerden arkadaşlarım olmuştu. Onları bazı hafta sonları alır köyüme getirirdim. Gerçekten iyi dostlar idiler .Onlarla beraber annemin mezarına dahi giderdik.

FERİDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin