Altı yaşındayım hiç unutmam resim yapıyorduk. Anne ne demek baba ne demek pek bilmeden büyürüz biz. Belki yaramızı kanatmamak için belki kafamız karışmasın diye resim konusu asla aile olmazdı. Öğretmenler kadınsa anne, erkekse baba.. Kafalar hepten karışık. Ama küçüksün anlamıyorsun da öylece idare ediyorsun. Gün gelipte yetimhane dışındaki hayatı öğrenmeye başlayınca işler değişiyor tabi.
Okulun ilk günü herkesi annesi babası bırakıyor sınıfa. Ağlayanlar, naz yapanlar resmen curcuna. Bu gün sorsan çoğu, o gün annesini zorla sınıfta alıkoyduğunu hatırlamaz. Ama ben hatırlıyorum. Sınıfın duvarları mavi beyaz. Tahta siyah, süslü kırmızı bir çöp kutusu var hemen köşede. Ve herkes bir kişiye anne ya da baba diyor. Ben o gün ağlayan çocuklara anlam veremeden bakarken, yalnızlığımın soğuk kollarına sarılıp korkuyorum derken, her şeyi kafama nakış nakış işledim. Anne ve baba tek olurmuş ve ağlayınca susturmak için sarılırmış. Çizmek istedim işte. Aile çizeyim elimi tutsun hiç değilse resmi olsun istedim. Sonra yatağımın yanına astım o resmi. Beceriksizce çizilmiş 6 yaşındaki Hazarın parmakları, küçük dudakları ve sıcak gözyaşları dokundu o resme yıllarca. Cüzdanımdaki mazim. Hazardan son hatıram..Adım Hazarken bana tek kalanım.
Güzel sayılırım aslında. 13 yaşımda erkeklerin ilgisi başlayınca anladım bunu. Kıvrık küçük bir burun iri yeşil gözler ve koyu kestane saçlar tanrının hediyesi. Geri kalan perişan ben. Hırçın, olumsuz, patavatsız ve hırslı ben. Lise yılları zor ve kasvetli olur genelde. Okulda sevilmek parmakla gösterilmek tek arzunuz olur bu nedenle türlü deliliğe bulaşırsınız. Muhtemelen otuz yaşıma geldiğimde utanıp kafamı yastığa gömeceğim günler işte. Ama daha çok var ve şu an hala utanmıyorken hızla yaşamaya devam ediyorum.
Bir de Balkar var tabi. Onu gördüğüm ilk gün, günlük yazmaya başladım. Birilerine anlatamazsam çatlardım çünkü. Okulun favori öğrencisi, her işten anlayan her şeyde başarılı olan Balkar. Yunan tanrılarına benzetsem fazla klişe olacak biliyorum, ama çocukken okuduğum tüm masal kitaplarındaki prenslerin hepsini bünyesinde toplamış ve üzerine yeteneklerini koymuş kaç ölümlü var ki? Balkar'ı gizli gizli uzaktan izlerken gerçeklerden kopup kafamın içinde bir dünya yaratmaya başlıyordum. Sonra ya zil sesiyle ya da kafama bir öğretmenimden gelen şefkat tebeşiriyle uyanmak ve rezil olmak zorunda kalıyordum. Ortalama bir öğrenciyseniz ve not yükseltmeye ihtiyacınız varsa âşık olmamalısınız bu da burada ufak bir dost tavsiyesi olarak dursun.
Havanın kafasının çok karışık olduğu, hem güneşli hem yağmurlu bir mart sabahı Balkar'a ilk defa seslendim. Ya da seslenmek zorunda kaldım. Üzerine düşerken "çekil" diye bağırmak zorunda kalıyorsun sonuçta. İlk konuşma için oldukça etkileyici bir giriş. Tabi çatlak sesim ve sıçrattığım çamurlar olmasaydı. (Daha otuz olmadan utanmaya başladığımı itiraf etmeliyim.)
O güzel bebeksi yüzü ve o muhteşem vücudu bisikletle ezecek olmak dahası üzerine düşmek. Allahım ölsem yeriydi. Ben kendimi çok önemsemiyordum. Düşmek, bir yerlerimi çarpmış olmak ya da beynimin burnumdan akması.. Neden olduğum rezalet esnasında pek önemli sayılmazdı. Okulun en gözde erkeğini ezmiş olma düşüncesi bile acıyı hissettirmiyor. Etraftaki küçümser bakışları ara sıra kulağıma çalınan hakaretleri saymazsak yaşadığımın bile farkında değildim diyebilirim. Hayatım boyunca asla unutmayacağım diyalog; benim yutkunmayla karışık boğuk sesim, çift gören gözlerimin seçebildiği kadar odaklanarak Balkar'ın yüzünü aramamla başladı:
''ıslak zemin. Duramadım.'' diyebildim. Çekil diye bağırdıktan sonra ne muazzam bir devam cümlesi.
Önce benimle dalga geçtiğini düşünsem de gerçekten endişeli bakan mavi gözleri gözlerimle buluşunca sesi kulaklarıma resmen kazındı: ''bir şeyin var mı? Kanaman var kalkabilecek misin? ''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM OYUNU SERİSİ 1, 2 Ve 3
FantasyÖlüm Oyunu Kabulleniş ve Ölüm Oyunu Parçalanma Ve sonunda Ölüm Oyunu Uyanış ile 3 kitap bir arada.. Bu hikayenin birden çok başrolü var. Bu hikâyede birden çok kişinin aşkı var. Bu hikâyede intikam peşinde koşan çok kişi var. Hepsinin düşmanı ortak...