Odadan dışarı çıktığımda arkamdan nelerin konuşulduğunu merak ediyordum. Biraz ilerleyip tırabzanlardan tutundum. Aşağı baktığımda üç kişi şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. İçlerinden biri '' İYİ misin?'' diye sordu. Sadece evet anlamında kafamı salladım. Ahşap bir kulübenin içindeydik. Ya da ben öyle zannediyorum. Bulunduğum tırabzanlar zemin kata bakıyor, aşağı inen tırmanma merdiveni alt katla bağlantıyı sağlıyordu. Duvarlar, merdivenler ve her şey ahşaptandı. Ceviz rengi mobilyaların yoğunluğu hiç göz yormuyordu. Çıkarken anladığım kadarıyla aşağıda bir de yer altına inen kapak vardı. Buradaki herkes alt katta kalan kocaman yaşam alanına mahzen diyordu. Bu da hastane odası sandığım revirde neden hiç pencere olmadığını açıklıyor.
Odanın kokusunu içime çektiğimde keskin ama rahatsız etmeyen bir kokusu vardı. Çam ağacı gibi diye geçirdim içimden. Merdivenlere doğru yürürken duvarlardaki resimleri izledim. Sanat galerisi geziyor gibi hissetmeme neden olmuştu. Oldukça başarılı manzara resimleri vardı. Tırmanma merdivenine geldiğimde acaba aşağı inebilecek miyim diye düşünürken önünde durduğum kapıdan birisi çıktı. Soluk beyaz teni, güzel gülüşü ve sıcacık kahverengi gözleriyle karşımda duruyordu. Karamel renkli saçlarını balıksırtı örmüş ve önünden asimetrik bir perçem bırakmıştı.
'' Selam Hazar, iyi görünüyorsun''
'' Selam Roza, sen de öyle'' bu neşe kaynağı kızla konuşurken vaktin nasıl geçtiğini pek anlamamıştım. Bana belki tüm hayatını anlatmıştı bilemiyorum. Ama hiç sıkılmadan dinlemiş ve detayları kafama kaydetmiştim. Birden yüzü buruştu ve '' Ne kadar Aptalım!'' diye bana doğru kocaman bir adım attı. '' İzin ver seni indireyim''
'' Yoo, gerek yok kendim inerim. Hem senin için birazcık ağırım. Yuvarlanabiliriz'' yine kocaman bir gülümseme belirdi yuvarlak ve sevimli yüzünde.
'' Beyler biraz centilmenlik yapın da çömezi aşağı indirelim'' diye seslendi aşağıdakilere. Masada oturan üç kişide hemen kalkıp yanımıza doğru tırmandı. Biri elimi tutup birden sırtına aldı beni. Ben daha ne olduğunu anlamadan aşağıdaydık.
İndiğimizde herkes aşağıdaydı. Meraklı gözlerle bana bakarken beni indiren tanışmak için elini uzattı.
''Oğuz, zaman arsızıyım. Ama hala çömezim'' dedi gülümseyerek. Elini sıkıp '' Hazar'' dedim. Ben sadece adımı söyleyince Roza sevinçle devamını getirdi:
'' İzci kendisi.''
'' Öyleyim, mudang da diyorlar.''
Birden hepsinin yüzü değişti. Çok acayip bir şeyle karşılaşmış gibi merakla yüzüme bakıyorlardı. Sonra daha uzun boylu olan elimi sıktı.'' Ben de Can, Göçebeyim. Vay canına Hazar! Çömez bile olmadan usta olacaksın! Bu harika''
söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım ama nazikçe gülümsedim. Sonuncu kişide elini uzattı:'' Evangelis, ama sen bana kısaca Lakis diyebilirsin. Ben de Saliniyim. Minik bir detay; çömez değil üst sınıfım''
Biraz gururlu söylemişti üst sınıf olduğunu. Roza gözlerini devirip
'' Evet, evet harikasın biliyoruz'' dedi. Tanışma faslından sonra öğrenciler çalışma masasına benzer tam büyük ve tabii ki ahşap kapının karşısında bulunan masaya oturdular. Arkalarında kocaman bir kitaplık vardı. Odanın renklerine uygun ve eski olduğunu düşündüğüm boy boy kitaplar vardı. Masada ise üç tane telsiz ve iki silah vardı. Biraz dikkatli bakınca Lakis'in belinde de bir silah olduğunu gördüm. Roza kolumu sevgiyle sıkıp
'' Mahzene inmem lazım, geliyor musun ?'' diye sordu. Hayır anlamında kafamı sallayıp '' dışarı nereden çıkabilirim?" diye sordum. Karşımdaki büyük kapıyı göstererek mahzene indi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM OYUNU SERİSİ 1, 2 Ve 3
FantasyÖlüm Oyunu Kabulleniş ve Ölüm Oyunu Parçalanma Ve sonunda Ölüm Oyunu Uyanış ile 3 kitap bir arada.. Bu hikayenin birden çok başrolü var. Bu hikâyede birden çok kişinin aşkı var. Bu hikâyede intikam peşinde koşan çok kişi var. Hepsinin düşmanı ortak...