Benim adım Karias. Ama genelde bana gerzek, beceriksiz, yetenek yoksunu gibi alay dolu lakaplarla sesleniyorlar. Zaten çok ciddiye almıyorum.
Bütün köyün tek amacı soylulara ve burjuvalılara erzak yetiştirmek. Başka bir şeyle uğraşmıyorlar. Ot ek ot biç, inek besle koyun doyur. Akşama kadar makine gibi bunları yapıyorlar.
Lakin başka bir şey de var. Benim tek umudum: Hila'nın Kulesi. Yıllarca bekledikten sonra, sonunda Kuleye tırmanabilirim.
Tabi siz bir köylünün neden kuleye çıkmaya çalıştığını soracaksınız. Aslında herkesin istediği şeyi istiyorum. Dilek hakkını.
Benim için tek önemli olanı geri getirmek için o dilek hakkını kazanmalıyım. Kardeşim Hillary'i diriltmeliyim!
Ahh kardeşim. İyiler hep erken gidermiş. Onun da büyük bir rahatsızlığı vardı. O grip olmuştu!
"Hey grip büyük rahatsızlık mı?" dediğinizi duyar gibiyim. Ailemiz yoktu. Doktora verecek paramız yoktu. Bize yardım eden de olmadı. Ve tabi ki yapacak bir şeyim de yoktu.
Bütün evleri gezip kapılara tek tek vurdum. Kapıyı açanlar bizi içeri bile almadı. Bir ekmek bile vermediler. Sonuçta burası en alt yaşam yeriydi. Kimsede başkasına verecek yemek yoktu.
O gün kardeşimin alev gibi yanan tenini hissettim. Güneş batana kadar çektiği acıyı gördüm. Gördüğü hayalleri, attığı çığlıkları duydum. Çaresizliği doruklarına kadar yaşadım. En sonunda... güneş batıp gecenin karanlığı açığa çıktığında... 6 yaşındaki kardeşim daha fazla acıya dayanamadı ve... son bir inlemeyle öldü!
Bunun 9 yaşındaki bir çocuk için -yani benim için- ne kadar ağır bir şey olduğunu tahmin edersiniz.
Hatırlıyorum da... kimi kandırıyorum, hiç aklımdan çıkmamıştı ki. O gün hunharca ağlamıştım. Güneş doğduğunda ben hala ağlıyordum.
Neyse ki adamın teki beni sopalayıp kendime getirmişti. İşte o gün kendime söz vermiştim. O kuleye tırmanacak ve en tepeye ulaşacaktım. Kardeşimi tekrar diriltecektim. Nihai amacım buydu.
"Siz görürsünüz. Kulenin en tepesine çıkınca önümde yalvaracaksınız. Ayaklarıma kapanacaksınız." diye bağırdım bir grup köylünün önünde.
Köy yaşlısı benim bağırmama karşılık "Siktir git lan! Kuleye tırmanacakmış. Götüne giyecek donu yok. 6 yıldır aynı donu giyiyor, gelmiş bide bana yalvaracaksınız diyor." diye bağırdı. Ama onunkisi daha otoriter ve daha gür çıkmıştı.
Bu bağırmalara alışmıştım. Sonuçta 15 yaşındaydım. O günün üzerinden tam 6 yıl geçmişti. Ve ben her gün 'Kuleye tırmanacağım!' diyordum. 6 yıl önce bol gelen kıyafetlerim, şimdi üstüme yapışmış halde hareket etmeme bile müsaade etmiyordu, her tarafı yırtılıp duruyor bu yüzden.
Bütün köylü benden bıkmıştı. Artık dövmekle de uğraşmıyorlardı. Direkt olarak bağırıp kovuyorlardı beni.
Neyse ki zaman gelmişti. Kapıdan geçmek için yeterli yaş sınırına ulaşmıştım.
Kapı bugün açılacaktı. Ben de kuleye tırmanabilecektim. Evvvet bee! Yıllar boyunca bugün için beklemiştim. Her gün ormanda kılıç talimi yapıyor ve sahip olduğum 7 büyük kitabımı okuyordum. Kendime tahtadan bir kılıç da yapmıştım. Gerçek bir kılıç ustası gibiydim. Ama kılıcım tahtadandı ve bana öğretecek bir ustam yoktu.
Bu kusurlar vazgeçmek için yeterli değildi. Kulede kendime bir kılıç bulabilirdim. Bir öğretmen mi? Pffft. Kendim öğrenebilirim. Ayıptır söylemesi baya da akıllıyımdır haa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hila'nın Kulesi
Fantasy"Hila'nın Kulesine evrenin dört bir yanından varlıklar tırmanır. Bunların arasında her türlü canlı ve evrenin en iyi dahileri de yer alır. Ben ise adı sanı duyulmamış bir gezegendeki basit bir köylüyüm. Hila'nın Kulesine tırmanmak benim neyime öyle...