Serabzen'de kaldığım süre 4 aya ulaştı sayılır. Kılıç ustalığım. Zirve Düzey Seviye 1 oldu. Temel savuruşların hepsinde neredeyse ustalaştım, 1 adım uzaktayım da denilebilir. Yakında 2. binaya geçmem gerek artık. Tükürüğüm de oldukça hızlandı. Tükürüklerimi tarayabiliyorum artık. Aris'ten aldığım iğneleri de ağzıma yerleştirip üfürmeye çalışıyorum şu sıralar, eğer öğrenebilirsem rakibin gözünü delebilir ya da zayıf noktalarını etkisiz hale getirebilirim. Tabi bunlar insan gibi küçük rakipler için geçerli. 15 metrelik dev bir canavara birkaç cm'lik bir iğne zarar veremez sonuçta. Zaten şimdilik bu iğneleri üfürmeyi öğrensem yeter, başka fikirlerim var bu iş üzerine. Yalnız tükürük üzerine çalıştıkça ve iğne üfürmek gibi farklı şeyler denedikçe ustalığım arttı ve Orta Düzey Seviye 8'e yükseldi. Temellerim kuvvetlenmişti tamamen.
Kapı açıldı ve içeri Marco girdi. "Usta Tiran niye gelmedi?" diye sordum daha kapıyı kapatmadan.
"Babamın klana gitmesi gerekti. Malum, klan lideri olarak yapması gereken birkaç şey var." dedi. Şüphelenmiştim. Hiçbir şey söylemeden gitmesi biraz saçma gelmişti bana açıkça. "Merak etme." diye devam etti sonra. "Babam kadar olmasa da ben de oldukça bilgiliyim bu temel eğitim konusunda. İlk 4 binanın yükselme standartlarını biliyorum. Zaten babam size yapmanız gerekeni söylemiştir. Benim tek yapman gereken sonraki binaya geçmek için yeterli misiniz onu ölçmek."
"Daha değilim." dedim. Sonuçta ben de kendimin farkındaydım. Tükürüğüm yeterli seviyeye gelmemişti, kılıcım da sadece 1 adım uzaklıktaydı.
"Onun için gelmedim." dedi Marco. Elinde bir simsiyah bir tırpan belirdi. Bu tırpan sağ kolunu saran siyah iple birleşti. Tırpanın etrafında dönen siyah ipler salınım hareketleriyle dönüyor, dansını sürdürüyordu.
"Demek benimle savaşmak için geldin ha?" dedim. Benim kılıcımdan çok daha ağır olan, Usta Tiran'ın verdiği kılıcı bir kez daha sütuna savurdum. Marco'ya tekrar döndüm ve sözlerimi sürdürdüm. "Yarattığım kılıç ustalığını bir denemem gerekliydi zaten."
Gülümsedi ve "Ama unutma," dedi. "kendimi tutmayacağım. 'Gölge Yolcularının Koşusu!'"
Çoktan bu tekniği biliyordum, hatta bununla başlayacağının da farkındaydım. İleri atılıp tırpanını savurdu, aslında bu bir gölgeydi, gerçek bedeni arkamdan saldıracaktı. Tabi başka yerlerden de saldırabilirdi, ancak Usta Tiran gibi deneyimli bir savaşçının elinde eğitim görmüş olan birinin en zayıf yer olan arkamdan saldırmaması için en ufak ihtimal yoktu. Bunu bildiğimden güzel bir ayak hareketiyle arkamdaki Marco'nun kafasını uçurabilir, hafif te eğilerek gölgenin tırpanından kurtulabilirdim. Ama yapmadım, daha tekniğimi denemeden savaşı bitiremezdim. Öne doğru koşup gölgeyi kestim ve Marco'nun tahmin ettiğim savuruşundan kurtuldum. Sahip olduğum hızla gayet kolaydı.
Ardından 'Gölge Yolcularının Sahası' adlı tekniğini kullandı. Üstüme doğru 4 gölge silüet koştu ve tırpanlarını savurdu. Gerçek vücudun nerede olduğunu, nereden saldıracağını biliyordum. Usta Tiran'dan aldığım 8 tekniğin içinde tam da böyle bir an için bir büyü kitabı almıştım. Kullanmadım. Olduğum yerde durdum ve tam 4 gölgenin bana ulaştığı an zıpladım ve havayı kestim. Marco'nun tepeden saldıracağını biliyordum. Saldırının nasıl olacağını tam anlamıyla biliyordum, gerçi 4 unsurda ustalaşmış ben gözlerimle her hareketini görüyordum. Kılıcım Marco'nun göğsünü sıyırdı. Tabi bunu beklemediğinden saldırısını yarıda kesip yere düşmesiyle sonuçlandı.
Marco ıskaladığımı düşünmüş olmalı, tabii bunun bilerek olduğunu düşünemez.
"Gölge Yolcularının Çığırışı!" diye bağırdı ve bir anda vücudu yere girip gölgesiyle bir oldu. Sonra da bütün oda karanlığa büründü, ancak hala görebiliyordum. Arka tarafımdan bir gölge fırlayıp tırpanını yandan savurdu. Kılıcımı tırpana dik tutup saldırıyı engelledim ve geri çekildim. Gölge hızla yerdeki karanlığa girip kayboldu. Gölge Marco değildi, sadece onun gölgesiydi. Onun nerede olduğunu göremiyordum, 4 unsur mükemmel olsa da böyle bir durumda Marco'yu bulmama olanak sağlamazdı.
"Marco, Marco, Marco, Marco." dedim tınıyla. "Neredesin ufaklık?"
Bir gölge daha fırladı. Daha savuruşunu yapamadan kafasını ikiye ayırdım ve yere tekrar düştü. Bir gölge daha fırladı 1 metre ötemdeki duvardan. Sonra tam tepemden fırladı bir gölge. Durmadan gölgeler fırlıyor, sıklığı da gittikçe artıyordu.
"Gölge Yolcularının Yücelişi!" diye bağırdı. Bu teknik gölgelerini güçlendirecekti. Ve eğer Marco gölgeleriyle birleşirse çok daha güçlü bir hale bürünecekti.
Durmadan gölgeler fırlarken gözlemlemeye devam ettim. 'Gözlem' tekniğiyle kolayca bulabilirdim belki, ancak öyle hiç zevki kalmazdı. Tekniğin kusurlarını kendim bulmalıydım. Evet, evet, buldum: Gölgenin fırlayacağı yer 0,1sn veya daha kısa bir süreliğine normal karanlıktan daha siyah oluyordu; ancak fark çok az, süre çok kısaydı. Bu da anlamamın 10 saniye sürmesini açıklıyordu. Evet, 10 saniye oldukça uzun bir süreydi. Benim gibi bir 4 unsur ustası için gerçekten uzundu, kendimi geliştirmem gerek.
Siyahlıkları inceledim, sıklığı arttıkça kendimi daha zor korur hale geldim. En azından ilk baştaki kadar kolay değildi, hem 'Gölge Yolcularının Yücelişi' adlı teknikle hızları ve güçleri ortalama 2 kat artmıştı. Benimle eşit sayılırlardı, ancak hala 4 unsura sahiptim. Gelen her darbeyi daha başlamadan nasıl engelleyeceğimi kararlaştırıyordum.
Marco bu sırada hareket ediyor olmalıydı, çünkü istisnasız her yerden gölgeler geliyordu. Ancak bazen, gölgeler karaltı yapmadan fırlıyordu, işte Marco orada olmalıydı. Tabi bu bir tuzak da olabilirdi, lakin Marco'nun tekniğinin zayıflığından haberi olduğundan bile şüpheliyim. Bu yüzden o anı bekledim.
Sadece 2 saniye sonra karaltı yapmayan bir gölge fırladı. Hızla ateş topları üfürüp gölgeyi, gölge yok olunca da Marco'yu vurdum. "Hadi in aşağı da bana en güçlü tekniğini göster." dedim kışkırtıcı bir gülümsemeyle. Zaten Marco vurulduğu an gölgelerden çıktı ve tavandan aşağı atlayıp yere indi.
"Ölürsen beni suçlama." dediğinde etraftaki tüm karanlık onun tırpanına, tırpanın iplerine, oradan da vücuduna aktı. Hatta benim gölgem bile gitmişti, gölgesiz bir bedendim şuan. Siyaha bürünen Marco'nun aurasından bile gücünün çok daha fazla arttığı anlaşılıyordu. Benim hızımı açıkça geçmişti.
"Gölge Yolcularının Yolsuzluğu!" diye bağırdığında tırpan saf gecenin rengine büründü. Sanki bir kara delik gibi ışığı emiyor ve yok ediyordu. Dümdüz bir saldırıda beni yeneceğinden emindim. Marco da emin olacak ki 'bir büyü tekniği kullan da eşit şartlarda savaşalım' der gibi bakıyordu yüzüme.
Şuan eski -hafif- kılıcıma dönsem hızım artardı. Ancak savaşın zorluğu düşerdi, hem denemem gereken bir tekniğim vardı, son 1.5 ay boyunca yaratmaya uğraştığım kılıç tekniğim.
Sağ bacağımı hafif sağa yönelttim, sol dizimi çok az kırdım ve odaklandım, mümkün olduğunca sakin olmalıydım. Marco bana atılıp gece karası tırpanını yukarıdan aşağı savurdu. Ben de sadece bir anlığına atıldım.
Marco ne olduğunu anlamamıştı. Benden hızlıydı, -hatta 4 unsurla bile darbesini engelleyemeyeceğim kadar hızlı- benden güçlüydü, eğer darbesi değseydi ölürdüm. Ancak tırpan yere girmiş, hemen tırpanın sağında da kılıcımı yere paralel halde tutup Marco'nun boynuna dayamış ben duruyordum. Tekniğim işe yaramıştı!
"Ne yaptın sen?" diye sordu Marco. Şaşkınlıktan çok çaresiz bir ses tonu vardı. Garanti bir maç sonunda büyük bir yenilgi almış birinin büyük paralara oynadığı bahse bakarkenki ifadesi yerleşmişti suratına.
Eee, Marco, her zaman kazanamazsın. Hehehehe.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hila'nın Kulesi
Fantasy"Hila'nın Kulesine evrenin dört bir yanından varlıklar tırmanır. Bunların arasında her türlü canlı ve evrenin en iyi dahileri de yer alır. Ben ise adı sanı duyulmamış bir gezegendeki basit bir köylüyüm. Hila'nın Kulesine tırmanmak benim neyime öyle...