20- Raistl de Tubalcain

1.9K 243 13
                                    

Hızla doğruldum ve "Ölmekte olan her kurt benim evcilim olduğunda yeniden diriltilecektir." diye bağırdım. Bunu hem ayağımın dibinde yatan SS için yapıyordum, hem de orduma yeni canavarlar katmak benim işime yarıyordu.

[Vahşi Kurt senin ast'ın olmak istiyor. Kabul ediyor musun?]

[Vahşi Kurt senin ast'ın olmak istiyor. Kabul ediyor musun?]

...

24 tane Vahşi Kurt'u kabul ettim. Diğerleri bir şekilde ölmeden kurtulabilmişti.

SS Kurt'u küreye koydum. Sonra marketten birkaç tane diriltme tozu aldım. Bu tozları kullanarak 24 kurdu da dirilttim. Sonra iyileşmeleri için hepsini küreye koydum. Ben de çok yorulmuştum. O ormandan çıktıktan sonra yatmak istiyordum. Ama dayanamayacaktım.

Bir ağacın kenarına kıvrıldım. Böyle kıytı köşede uyumaya alışmıştım. Zaten bırak kuleyi, köyde de düzgün bir yerde uyumuyordum ki.

Etrafım vahşi kurtlarla çevrili olsa da saldıracaklarını sanmıyordum. Sonuçta liderlerini evcilleştirmiştim. Onların kralları ayaklarımın altındayken beni kabul etmişti. Bu durumda bana saldırmaları saçma olurdu. Yoksa olmaz mıydı?

...

Uykumdan kalkınca gene aynı kasvetli yerdeydim. Ağaçların arasından bir gram bile ışık girmiyordu.

Kurtlar hala etrafımdaydı. Bakışları eskisi kadar nefret dolu değildi. Ama hala kızgınlardı bana.

Küreye baktım. SS'in ve 24 kurdun uyuduklarını gördüm, uyusunlar.

Hey, hey, ne yapıyorsunuz?

Kurtlar arkamı kaplamaya başladı. Sadece ileri taraf açıktı.

"İlerlememi mi istiyorsunuz?"

Sanırım cevap evetti. Ben de onların istediklerini gerçekleştirdim: Dümdüz ilerledim.

"Samiel, bunlar beni nereye götürüyor?" diye sordum. Saldırmıyorlardı. Ama beni başka bir yere yönlendiriyorlardı. Yolun sonunda bir şey vardı.

"Bilmiyorum. Daha önce dediğim gibi. Ben diğer yoldan gittim."

Sikkemi tekrar çıkardım. 2 parmağımın arasında çevirmeye başladım. Bana şans getireceğini umuyordum.

...

Yürümeye devam ettik. Yollar oldukça engebeliydi. Hala ışık girmeyen, karanlık ormandaydık.

Yolun sonunda tahmin ettiğim gibi bir şey vardı. Dev bir malikane, sadece romanlarda görebileceğin türden gösterişli bir şekilde dikiliyordu.

Etrafı gri çitlerle çevriliydi. Bütün çitler ve duvarlar sarmaşıklarla kaplanmıştı. Bu da malikaneye canlı, ama kasvetli bir hava katıyordu.

Çitlerin arasındaki taç yapılı kapıdan geçtim. Kurtlar içeri girmiyordu. Şüphelenmiştim. Belki de bir tuzaktı. Ama öyle olacağını sanmıyordum. Beni öldürmek demek SS'in de öleceği anlamına geliyordu.

Çitlerin içindeki yer ağaçlarla kaplı değildi ama içeri gene de gün ışığı girmiyordu.

Malikanenin kapısına doğru yürüdüm. Her adımımda daha çok heyecan kaplıyordu bedenimi. İçeride ne varsa büyük bir şey vardı. Daha girmeden kalbim hunharca atıyordu.

Kapıyı tıklattım.

Ses yok. Elimle 2 kere vurdum. Hala ses gelmeyince eskimiş kapı kolunu tuttum ve döndürdüm. Kapı gıcırdayarak açıldı.

Hila'nın KulesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin