Tahta kapının kolunu tuttum ve çevirdim. Oldukça yavaş ve sakince yapsam da kapı kolu kırılıp elimde kaldı. Daha fazla zarar vermeden içeri girmek istediğimden kapıyı zorlamadım ve hafifçe tıklattım. Ancak daha 3.tıklatışımda kapı dayanamayıp kendini yere attı. Kapı düşünce dev alanın etrafında odaların yer aldığını, tam 4 metre önümde de Marco ve Usta Tiran'ın bana baktığını gördüm.
"Bu neydi şimdi?" dedim kendimi gülmemek için zor tutarak. "Anlıyorum, belli bir temayla yapılmış 12 kapı var. Her kapı ötekinden daha iyi bir malzemeden yapılmış olmalı. Tamam da düzgün bir kapı koysaydınız şuraya, tıklatınca intihar etmeyen bir kapı mesela."
"Hahahaha," diye güldü Usta Tiran ben ona yaklaşırken. "8 tekniği de öğrendin mi?"
"Evet de," dedim etraftaki binalara bakınarak. "Diğerleri nerede?"
"Bunların içinde eğitim görüyorlar." dedi Usta Tiran.
Tam 40 tane oda vardı; birbirlerine bitişik, 4 duvarın etrafını kaplayan odalar.
"Odalarında ihtiyaçlarını giderecek her şeyleri var. Eğitimlerini de, odalarını da onlara uygun olacak şekilde hazırladım, yapmaları gereken şeyleri de anlattım. 3 günde bir yanlarına gidip ne durumda olduklarını kontrol edeceğim." diye açıkladı Usta Tiran.
"Eğitimleri ne zaman bitecek?" diye sordum.
Güldü. "Ben bitti deyince bitecek." dedi.
Marco bana yaklaştı ve "Aslında bir yol daha var." dedi. Sanki benim sormamı bekliyormuş gibi yüzüme bakmaya devam etti.
"Neymiş o yol?" dedim.
"Duvarı kırıp odadan çıkmak." dedi gülümseyerek.
"Odayı yıkarsak eğitimden geçmiş mi oluyoruz?" dedim. Böyle bir şey olduğuna göre yapılabilirdi, ama zor olmalıydı. Sonuçta Tiran gibi köklü bir klanın eğitim salonu basit materyallerden yapılmış olamazdı.
"Evet eğitimi geçip 12 binayı da tamamlamış oluyorsun. Ancak sadece bununla da sınırlı değil." diye açıklamayı sürdürdü Marco. "Tiran Klanı'nın Kurucusu, onun oğlu ve torunu yıllar boyunca yaşamış güçlü tırmanıcılardı. Onlarca klanı defedip kendi sahalarını ele geçirdiler. Deneyimli demirciler bulup bu sahalara güçlü kaleler kurdurdular, sağlam eğitim alanları yaptırdılar. Kurucu, onun oğlu ve torunu; üçü birlikte bizzat kendileri yeni nesli eğittiler. Aralarında her birinin yeni çocukları bile bulunuyordu, sonuçta yüz binlerce yıl yaşayan kişiler olarak sahip olabilecekleri çocuk sayısı sayılamayacak kadar çoktu. Ancak gelen her nesil, öncekinden daha kötü çıkmaya başladı. Bu kötülük potansiyelden gelmiyordu, -aslında üçünün de her çocuğu 100 potansiyele sahipti- direkt olarak savaş ve çalışma arzusundan yoksun oldukları için oluyordu. Hepsi doğdukları andan beri en iyi şartlar içinde yaşayıp gitmişti, bu şartlar onları çalışmaya sürükleyeceğine hepsini tembelliğe kurban etmişti. Yeni çocukları olduğunda şartları kısıtlayıp insan yüzü bile görmesine izin vermemiş, sadece güçlü olmak için çabalamalarını sağlamıştı. Ancak bu çocuklar da sağlıklı düşünemez olmuşlardı. Bu sefer de en temelden başlayıp, bir hedef belirlemeyi uygun görmüşlerdi. Bu hedef de eğitimin başlangıç evresi olan 12 binanın içindeki binayı yıkıp dışarı çıkan kişiye bir dilek hakkı sunmak olarak belirlendi. Ama bu da kâfi gelmedi, geçen yıllara rağmen ne onların torunları, ne de bir başka eğitime giren kişi bu dilek hakkını kazanabildi. Yine de dilek hakkı hala geçerli, odaya girdiğinde şansını deneyebilirsin."
Dilek hakkı demek... O hakla ne yaparım bilmiyorum ama odayı patlatmak ilginç olabilir. Belki hile de yaparız, birazcık, hehehehe.
"İyi o zaman." dedim. "Gireyim ben de bir odaya."
"Sen," deyip etrafa bakınmaya başladı Usta Tiran. Sonra da işaret parmağıyla göstererek "Şuradaki binaya git." dedi. "Ama ilk önce evcillerini ortaya çıkar. Onlar da eğitimden geçecek."
Hepsini çıkarttım. Zaten konuşulanları küreden duyabiliyorlardı. Ama bir açıklama yapmadan da edemedim. "Bakın, şimdi gene eğitimden geçeceğiz." dedim, ancak Kirpi beni dinlemiyor, kendi halinde zıplayıp duruyordu. Farelerden birkaçı da ona ayak uydurmuş, kirpinin etrafına yuvarlak oluşturmuş izliyorlardı. Ortam kurmuşlardı resmen. "Hoop, nabıyorsunuz lan siz? Rilius, Pot3'ler, size diyorum. Beni dinleyin. Amaan neyse, Usta Tiran, sen halledersin, ben odaya giriyorum."
Arkamı döndüm ve Usta Tiran'ın gösterdiği gri renkli odanın, gri kapısını açtım ve içeri girdim. Ben içeri girdiğimde kapı ardımdan kapandı ve tık tık sesleri eşliğinde kilitlenmeye başladı. Bunu kendiliğinden mi yaptı, yoksa Usta Tiran mı ardımdan kilitledi emin değilim, ama kapıyı yarıp geçmedikçe açamayacağım düşüncesini pekiştirecek kadar tık sesi geldi. Bir kapıya ne kadar çok kilit takabilirdin ki?
Gözlerimi kapıdan çekip odayı süzdüm. Odanın bir köşesi kalın bir duvarla kaplanmıştı, bu duvarın ardına geçmek için de sağ alt köşedeki fare deliği gibi yerden sürünerek geçmen gerekiyordu. Yere yapışıp bir bebek gibi kendimi duvarın ardına kadar ittirdim. Kafamı kaldırdığımda içerideki küçük odanın bir köşesinde tuvalet, diğer köşesinde de oldukça rahatsız gözüken küçük bir yatak olduğunu gördüm. İçeride ihtiyaç duyduğun her şey var, diyordu bir de. 'Rahatsız bir yatakta uyu, çirkin bir tuvalette işini gör.' Adam resmen çalışmak dışında hiçbir şey yapamayacağımız bir yere kilitledi bizi. Gerçi ben de savaşmaktan başka bir şey ile uğraşmıyorum, o ayrı mesele.
Tekrar yere çöktüm ve girdiğim delikten dışarı çıktım. Gerçekten yatağın ve tuvaletin bulunduğu bölge odanın küçük bir kısmını kaplıyordu. Geri kalan yerlerde kalın, tavana ulaşmayan sütunlar bulunuyordu. Hedef diye bu sütunu kullanacaktık sanırım.
Sağ tarafımda bulunan duvarda bir kağıt ve parşömen yer alıyordu. Aşağılara kadar sarkan parşömende onlarca kılıç savuruşu vardı. Bunların çoğu Ahmet abinin bana verdiği kitapta da yer alıyordu, hepsi en temel kılıç hareketleriydi.
Kağıtta da bana bırakılan bir not vardı. "Kılıç üzerine çalışmış, büyük bir ilerleme kaydetmiş olsan da hala tekniğin zayıf, bu da büyük hatalar yapmana sebep oluyor. Acemiler karşısında bunlar çok belli olmasa ve hızınla bunu kapatabilsen de zaman geçtikçe tecrübe sahibi tırmanıcılarla karşılaştığın takdirde bu hatalar ölümünle son bulabilir. Bu yüzden verilen parşömendeki tüm teknikleri mükemmel bir şekilde yapana kadar çalışmaya devam edeceksin. Aradan geçen her 3 günde bir kontrole geleceğim."
Parşömenin altında yer alan kılıcı kavradım. Boyutları benim kullandığımla aynıydı, ancak ağırlığı katlarca fazlaydı. Bu kılıcı sadece benim içim hazırlamış olmalıydı, çünkü hem şekli, hem de boyutu Aris'in benim için yaptığı kılıçla aynıydı.
Kılıcı elimde tutmak bile beni yoruyordu. İş savurmaya geldiğinde iyice elim ağrımaya, savuruşlarım gittikçe güçsüzleşmeye başladı. Kılıç gerçekten ağırdı.
[Jasper Tiran = Eklemeyi unutmuşum, silah olarak o kılıcı kullanacaksın artık. Sana bir de merhem yolladım, onu da elin ağrıyınca sürersin. Kolay gelsin.]
Hay senin eğitimine tüküreyim. Elin ağrıyınca sürersin, diyor; kılıcı kaldırdığım an ağrımaya başladı zaten. Umarım bu eğitim de Tubalcain'le olduğu gibi temelleri kavrama amacıyla yola çıkıp, beni ölmekten beter hale sokmaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hila'nın Kulesi
Fantasía"Hila'nın Kulesine evrenin dört bir yanından varlıklar tırmanır. Bunların arasında her türlü canlı ve evrenin en iyi dahileri de yer alır. Ben ise adı sanı duyulmamış bir gezegendeki basit bir köylüyüm. Hila'nın Kulesine tırmanmak benim neyime öyle...