"Bu 100 kişinin her biri kötü olaylar yaşadı. Öyle ki her uyumaya çalıştıklarında o olaylar akıllarına geliyor; kan, dehşet ve acı dolu çığırışlar. 1 gece bile uyuduklarını görmedim. Ancak dün gece... dün gece hepsi uyudu. 'Arkadaşım, arkadaşım' diye sayıklıyorlardı uykularında, 'artık güvendeyiz, arkadaşımız var.' Bendeniz Kouhei, size yalvarıyorum, bunu bozmayın. Bırakın sizi arkadaş sansınlar, gerçek birer dost olduğunuzu düşünsünler. Bütün benliğimle yalvarıyorum size, bırakın sizin için ölsünler, ama arkadaşınız olmaya devam etsinler."
"Yanılıyorsun, Kouhei. Ben onlara arkadaş taklidi yapmıyorum, ben onlara gerçekten arkadaş oluyorum. Bırak ta onlar benim için değil, ben onlar için öleyim."
----------------------------------
O gün hava gayet güzeldi. Ne çok sıcaktı, ne de soğuk. Rahatlayıcı bir yürüyüş için çok uygun bir gündü aslında. Tabi savaş olmasaydı.
Etraf kan kokuyordu. Her taraftan bir çığlık geliyordu, normal bir çığlık değil elbette, acı çeken bir hayvanın ya da avının peşinden koşan bir canavarın hırçınlığıyla yükselen bir çığlık, çığlıktan da öte bir kükreme. Bu kükremelerin çıkış noktası delilerimdi. Yaralandıklarında acı çığlığı atmak yerine öfkeyle kükrüyorlardı. Savaş için müthiş bir arzuya sahiplerdi. Tüm uzuvlarını savaş için kullanıyorlar ve her saldırılarını zarar vermek için yapıyorlardı. Güçleri fazla değildi, ama sahip oldukları aura tam anlamıyla korkutucu, ve tabii ki deliceydi. Onlar benim savaşçılarım! Geri durmalarını, veya normal olmalarını nasıl beklersiniz!
Kurduğum 10 birlik zaman kazanmak ve 2 kademeli bir taarruzla savaşı bitirmek üzerine tasarlanmıştı, ancak savaş tarzları hiç de buna uygun değildi. Savunma üzerine ustalaşmış olanlar bile durmadan ilerliyordu, aralarında bulunan güç ve sayı farkını düşünürsek savaşta ilerlememiz tam anlamıyla saçmalık aslında, ama kim bir grup deliye sabırlı olmayı öğretebilir ki? Bunu ben bile yapamam. Zaman geçtikçe bunun büyük bir hata olduğu ortaya çıkacak, hatta şimdi bile 3 bölüm yavaş yavaş düşmeye başladı. Orta hatta ise büyük bir sayı üstünlüğüyle baskılarını arttırmışlardı, yardım gerektiği ise açıktı. Aldığım 8 teknikten 2'si bu sırada devreye girecek ve gücünü 30 orta hat savaşçıma sunacaktı.
İlk teknik: "Çiçekli Yolun Kabusu!" Aynı anda savaşırken kontrol edebileceğim bir hasar, savunma, oyalama ve destek kaynağı. Zorluk seviyesi olabilecek en üst düzeyde denilebilir. 4 unsurda ustalaşmak için ilk öğrendiğim şey neydi? Aynı anda birden fazla yere odaklanabilme kabiliyeti. Düşünmeye bile gerek yok, bu teknik benim için yaratılmış.
Orta hatta savaşan 130 kişi birbirine girmişken bir anda aralarından küçük fidanlar çıkmaya başladı. Bu fidanlar 2 tarafı birbirinden ayırdı ve saflarına çekilmelerini sağladı. 130 kişiden kimse ölmemişti, bizim tarafımızda ağır olmayan birkaç yaralı vardı, karşı tarafta bizimkinden fazla olmayacak şekilde birkaç yaralı bulunuyordu. Fidanlar hala büyüyor, bütün orta hattı kaplıyordu. 100 kişi afallamış bir şekilde ağaçlardan uzaklaştılar. Okçunun biri yayını gerip bir teknik kullanarak okunu bıraktı. Ok fidana ulaşıp patladığında fidan patlamanın etkisiyle yok oldu. Fidanların bir zararı olmadığını görünce hızla saflarına döndüler ve kendi saflarındaki bütün fidanları büyük bir hızla yok ettiler. Bizim tarafımızdaki fidanlar büyüyüp ağaçlara, bazıları da çalılara dönüştü. Oluşan ağaçlar ve çalılar hızla büyümeye devam ederken farklı farklı bir çok türe dönüşmüştü. Kiraz, elma, erik, çam gibi farklı türde ağaçlar ve gül, karanfil, menekşe, begonvil gibi çalılardı bunlar. Her çıkan bir diğerinden farklıydı, her türden 1 tane vardı. Çıkan türlerin yarısı da yok edilmişti düşman saflarında.
30 delim gülümseyerek arkasını döndü ve bana baktı. Gerçek taarruz için onları silahlandırmalıydım. Bunu hak etmişlerdi.
Ağaçlar ve çalılar birden farklı renklere bürünmeye başladılar, farklı mevsimlere geçiyorlardı yavaşça. Bazı ağaçların yaprakları sararıyor, bazıları gürleşip bol bol yapraklanıyordu. Bazıları kuruyup sadece birkaç yaprakla kalırken bir kaçı da meyve vermeye bile başlamıştı. Sonunda her ağaç kendi mevsimine büründüğünde bir anda ağaçlar yok olmaya başladı. Toprağa saplanan kökleri yok oluyor, gövdesi ve dalları tek tek parçalanıyor, en ufak molekülüne kadar yok ediliyordu. Dallar yok olunca yapraklar yavaşça süzülüyor, sanki hoş bir meltem varmış gibi havada dans ediyordu. Havada değişik renklerde yapraklar dolaşıyordu. Rüzgar canlı bir varlık gibi yaprakları havada güzelce dansa tutuyordu. Çalılar da aynı sakinlikle parçalanıp çöktü, ve en sonunda yok oldu. Geriye bu çalıların arasında yetişen küçük gül, karanfil, papatya gibi çiçeklerin hoş kokulu yaprakları kaldı. Bu yapraklar da havadaki resitale katılıp harika bir şekilde dansa başladı.
Şimdi sıra 2. tekniğime gelmişti: "Bandajcının Sevgilisi!" Biliyorum, ismi biraz saçma. Ama içerik olarak ismini gerçekten karşılıyor. Destek tekniklerimden biriydi bu da. Saf güçten beslenmez, kişinin ana gücüne destekte bulunurdu. Yani bu tekniğin uygulamasını benim gücüm olarak değil de, delilerimin gücünün arttırılmış hali olarak düşünebilirsiniz.
2 avuç içime bakıp hafifçe havaya kaldırdım. Birden 2 avcumdan bandajlar fırlayıp delilerime doğru ilerledi. Aynı zamanda havada dans eden yapraklar kendi türleri arasında gruplaşıp ayrıldılar ve delilerime doğru yöneldiler. Delilerime doğru bandajlar hücum ederken kendi türüyle gruplaşan yapraklar delilerimin omzuna yerleştiler ve bir dövme şeklini aldılar. Her delimde 1 tür yaprak tufanı birleşmiş ve bir dövme oluşturmuştu. Bu dövme bazılarında aynıyken bazılarında tamamıyla farklıydı. Birinde basit bir kalp şeklini alırken, birinde hiddetli bir ejderhaya bürünmüştü. Her yaprak türünün farklı bir dövme şeklini alması benim fikrimdi, böylece birbirine benzer yaprakları delilerim daha kolay fark edecekti. Herkese en uygun yaprak seçilmiş, yani en uygun destekleyici sağlanmıştı. Bandajlar delilerimin etrafında dönüp onları kaplamaya başladı. Bandajlar onları kapladıkça şekil aldı ve kafası da dahil tüm vücudunu kaplayan gri bir zırha dönüştü. Her delimin vücut ölçüleri farklıydı, kimisi 1,10 boylarında bir cüceyken, kimisi 4,5 metre boyunda bir canavardı; kimisinin boynuzu varken, kimisinin kendinden büyük kanadı vardı. Her birine uygun şekilde bandajlar vücutlarını kapladı. Gri bandajlar kesinlikle bir mumya gibi kaplamamıştı delilerimi, çok daha havalı bir şekilde zırhlamıştı aslında. Bu kadar olacağını ben bile düşünmemiştim. Gri bandajların oluşturduğu mükemmel zırhların içindeki 30 farklı türün oluşturduğu ordum harika görünüyorlardı. Kesinlikle harikalardı!
Karşı tarafta yer alan 100 düşman bizi izlemeye koyulmuştu, bu hale dönüşeceğini fark edememiş olacaklardı ki yutkunma ve şaşkınlık ifadeleri duydum. Bizim taraftaki 30 delide ise... ürkütücü gülme sesleri duyuluyordu.
"Delilerim... silahlarınızı kuşandınız! Artık, gerçek taarruzun nasıl olduğunu düşmanımıza gösterin... Delilerimin gücü karşısında korkuyla titreyin!"
Bir komutan ordusunu en iyi şekilde şevklendirmeli. Tabii bu sırada kendimi de bir nebze gaza getirmiş olabilirim.
"Yok edin, benim değerli deliler ordum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hila'nın Kulesi
Fantasy"Hila'nın Kulesine evrenin dört bir yanından varlıklar tırmanır. Bunların arasında her türlü canlı ve evrenin en iyi dahileri de yer alır. Ben ise adı sanı duyulmamış bir gezegendeki basit bir köylüyüm. Hila'nın Kulesine tırmanmak benim neyime öyle...