-EslemArslan'a ithaf edilmiştir-
Üzeri yer yer yosunla kaplanmış ağaç kütüğüne oturan Muktedir, hemen yanına tüneyen ve arada bir can sıkıcı bir şekilde oflayan kızından başka bir şeye dikkatini odaklamak için insanüstü bir çaba veriyordu. Huzur içinde bundan sonra ne yapacağını düşünmek istiyordu aslında. Fazlasıyla içerlemiş Nazan'ın ruh haline tanıklık etmeyi değil...
Yüksek çam ağaçlarının arasında yumuşak bir esinti ile dolanan sıcak rüzgar bir anda hızlanıp iri bir kozalağı ayağının dibine fırlatmadan hemen önce kızgın bakışlarını kızına çevirmişti. Çıkan sesle irkilip adeta zıpladı yerinde. Sesle birlikte hafif bir feryat koparan Nazan düşmesine ramak kala uzanıp adamı tuttu.
"Hay ben bu işin..." diye hırladı Muktedir. Bir yandan toparlanmaya çalışıyor bir yandan da kozalak yüzünden korktuğunu belli etmemek için uğraşıyordu. Hilmi bazen tur için gelen küçük guruplardan bahsetmişti. Ama daha çok vadi tarafında bilindik yollarda dolandıklarını ve bu taraflara pek uğramadıklarını da söylemişti. Bu yüzden yüreği ağzına gelmesine rağmen kendisini korkutan şeyin iki ayaklı bir canlı olmamasından dolayı rahat bir nefes aldı. Zaten Hilmi'ye bulaşmışlardı bir de tanımadıkları insanlarla uğraşmak istemiyordu.
Nazan konuşmak için önce babasının ağzından bir kelime çıkmasını bekliyor olmalıydı ki saniye sektirmeden lafa girdi. "Sence niye basın toplantısı yapmaya karar verdi baba?"
Aklı bambaşka konularla karmakarışık olan adam "Kim?" diye sordu şaşkınca. Nazan hiçbir şey söylemeden dik dik bakınca da hatırlayıp derin bir nefes verdi. Gülperi Taşkın'ın basın toplantısı...
Eninde sonunda bu sorunun geleceğini biliyordu Muktedir. Yine de Nazan kahvaltı sırasında radyodan duydukları anda yanlarında Hilmi olduğu için fazla yorum yapmadan geçiştirmeyi akıl edebilmişti. İçinden 'Buna da şükür.' diye geçirirken yan yan kızına baktı. "Radyoyu dinlerken ben de yanındaydım hatırlıyorsan... Nerden bileyim? Herhalde güvenliğiyle ilgili birkaç bahane uyduracaktır."
Babası daha fazla konuşmayacağını anlatmak istermiş gibi bakışlarını ilerdeki meşe sırasına diktiği için karşılık vermedi Nazan. Aslında şu anda bu önemsiz detay dışında çok daha başka bir mesele canını sıkıyordu. Derisi kaşınmaya başlamıştı. "Yıkanalı daha iki saat bile olmamıştır." dedi hırsla. "Her tarafım toza bulandı. Dün o kadar yağınca hava serinler diye bekliyordum. Şuna bak..." Sık ağaçların arasından yol bulup değdiği yeri yakan güneş ışıklarını dövecekmiş gibi öfkeyle salladı elini. "Yapış yapış oldum bile."
"Tek derdin bu mu şimdi?" dedi Muktedir yarı sızlanan bir sesle. Sabah güç bela uyandırdıklarında yıkanacağım diye dayatması yeterince canını sıkmıştı zaten. Nazan küçük odaya küvet niyetine getirilen büyük plastik leğeni beğenmediği gibi suyu da az bulup epeyi söylenmiş, bu arada olan yer sofrasında kuzu kuzu bekleyen kahvaltısına olmuştu. Uzun süre demlendiği için midesine taş gibi oturan çayın acı tadını hala ağzında hissediyordu.
"Bir de küf var tabi."diye atıldı Nazan. "Yıkandığım o ılınmış iki kova su bile küf kokuyordu. Daha geleli birkaç gün oldu ama sanki hayatım boyunca bu küf deryasının içinde yaşamış gibi hissediyorum." Bir anda babasına dönüp dehşetle sordu. "Ya bir daha üzerimden hiç gitmezse? İnsanların karşısına böyle nasıl çıkarım ben?"
"Nazan." dedi sadece kısık bir sesle Muktedir. Kendini şikayetlerini anlatmaya kaptırmış olan Nazan pat diye sustu. Neredeyse fısıltı halinde söylenen o tek kelimedeki kan donduran ifadeyi daha önce hiç duymamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soğuk Ateş - Neva (Tamamlandı)
General FictionAyrı dünyaların insanlarıydılar. Ama kader farklı düşünüyordu...