Derin, garip rüyaların dans ettiği uykusundan uyandığında öğlen olmuştu. Güneş cılız ışınlarıyla odayı aydınlatıyordu. Dayak yemiş gibiydi Neva. Doğrulmaya çalışırken tutulan kasları isyan etti.
Ağzındaki acı tadı gidermek için suyla çalkaladıktan sonra ilk defa dağınık yatağa baktı, sonra hırsla düzeltmeye başladı. Dökemediği yaşlardan dolayı gözleri yanmaya başlamıştı.
Ağlamaya bile hakkı yoktu üstelik... Hele kurban rolünü oynamaya hiç hakkı yoktu... Kimseyi de suçlayamazdı.
Bu yaşına kadar iyi kötü hayatta kalmış, önüne çıkan her sorunla bir şekilde baş edebilmişti. Tek çaresi oymuş gibi Demir'e sarılmaya karar veren kendisi değil miydi? Ta en başında ona bir seçenek sunulduğunu inkar edemezdi. Genç adam seçim yapmasını istemiş, o da seçmişti.
İncisoy'ların marifetlerini gösteren gazete küpürleri suratına fırlatılırken de aslında seçeneği vardı. Demir'in öfkesinden korktuğunu ya da kafasının karışık olduğunu da bahane edemezdi. Adam o kadar şahidin önünde şiddete başvuracak ya da daha da kötüsünü mü yapacaktı yani? Hem öyle olsa ne olurdu ki? Şu andaki halinden daha beter olamazdı, değil mi?
Üstelik başka çaresi yokmuş gibi tamam demek de yine kendi suçuydu. Mücadele etmeli, derdini anlatana kadar direnmeliydi. O haberlerin kendisiyle bir alakası olmadığını neye mal olursa olsun anlatmalıydı.
Kulübede kalabilirdi. Hatta en başında, dişini sıkarsa orda en az bir yıl kalabileceğini düşünmemiş miydi zaten? Ama bunu yapacağına tek bir tehdit karşısında evet demiş, doğru dürüst tanımadığı birine iradesini teslim etmişti.
İki büklüm olup yatağın kenarına yaslanırken boğazından isterik bir kahkaha yükseldi. O dağdan aşağı kendi ayaklarıyla inmişti, o rezil nikah masasına kendi isteğiyle oturmuştu. Sorulan soruya kendi ağzıyla evet demişti... Lanet olsun...
En kötüsünü ise en son yapmıştı... Haberleri aldığı andan sonra Demir ona rezil bir yaratık gibi davranmıştı, ailesi pisliğe bakar gibi bakmıştı, evde çalışanlar bile adamdan saymamıştı... Bütün işaretler önündeyken neden yine aynı hatayı yaptığını anlayamıyordu işte?
Nasıl güvenmişti? Kendinden başkasına nasıl güvenebilmişti?
Sessizce dökülen yaşlarını hırsla silip yerinden doğruldu ve yatağın diğer tarafına geçti. Hızlı, alışık hareketlerle düzeltme işini bitirip, günlerdir adeta üzerine tünediği koltuğa yönelirken gözlerini ovuşturuyordu.
Boğazına oturan yumruyu yok etmek için yutkunmaya çalıştı. Acele etmek zorundaydı. Ne dertlenmeye ne de olanların muhasebesini yapmaya vakti kalmıştı. Daha önemli bir mesele freni patlamış kamyon gibi dosdoğru üzerine geliyordu. Halası ve eniştesiyle yüz yüze gelmeden önce nasıl bir yol çizeceğine karar vermek zorundaydı. Bundan kurtuluşu olmadığı belliydi. Geleceklerdi... ve kim bilir neler söyleyeceklerdi?
Kısa bir an için Senem'le konuşup, olanları anlatmak ve yardımını istemek geldi içinden. Çok iyi kalpli bir kıza benziyordu. Ta en başından beri dostça davranmış, derdini bilmese bile sanki teselli olmaya çalışmıştı, değil mi? Sonra birden en başında Demir'in de öyle olduğunu hatırladı.
Hayır... Ne olursa olsun, kimseye güvenemezdi. Şu dakikadan sonra kendisinden başka hiç ama hiç kimseye güvenemezdi. Bir an önce aklını başına toplamalı ve oturup düşünmeliydi. Çok zamanı kalmamıştı. İncisoy'lar gelmeden ortadan yok olmanın bir yolunu bulmak zorundaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Soğuk Ateş - Neva (Tamamlandı)
Ficción GeneralAyrı dünyaların insanlarıydılar. Ama kader farklı düşünüyordu...