•Arhan Oğuz Güneri & Melek Erden - Bölüm 47•
"Oğuz bak beni tepemin tasını attırma, atarsa çok kötü olur sen de biliyorsun" sinirden adeta yerimde kuduruyordum. Oğuz ise pollyannacılık yapıyordu.
"Seni ne kadar sevdiğimi söylemiştim miydim karıcım?" ellerimle kendime hava yapmaya başladım yok olmuyordu sakinleşemiyordum. Ayaklanıp oda içerisinde volta atmaya başladım.
"Bak peşin peşin söylüyorum o adam bu şehre girerse ben giderim. Ya normal insanlar kocalarını kadınlardan kıskanır, ben Yavuzdan kıskanıyorum. Var mı böylesi çıldıracağım az kaldı!" biz Ankara'ya geleli henüz üç ay olmamıştı ki Yavuz bey tayinini aldırmak istemişti.
"Aşkım, ömrüm yemin ederim ki haberim yoktu dün aradı tayin istediğini söyledi benim suçum ne bunda? Hem daha onaylanmamış bakarsın onaylanmaz da" dedi masum masum.
"Ah! Suç ben de Kübra'yı güzel tembihleyecektim yok yok" kendi kendime çıldırıyordum adeta. "Ben gidiyorum bugün eve gelmesem iyi olacak"
"Aşkım abartmıyor musun? O gereksiz yüzünden evden neden gidiyorsun?" Bunu Oğuz söylemişti.
Ayaklanıp odaya çıkmak işin hazırlanmıştım "Ben gidiyorum bugün gelmem sen de başının çaresine bak" gözleri sinirle koyulaşırken "Ne! Nereye terk mi ediyorsun beni, bizi" sanırım abartmıştım çünkü baya kızmıştı.
"Hayır, kafa dinleyip sakinleşmem lazım"
"Tabi Melek hanım siz evde sakinleşin ben giderim" Ne! ben mi giderim demişti?
Ya kötü yola düşerse? Ya doğmamış çocuklarımıza ihanet ederse? Yok yok ben kaldıramam bunu. Bu evden bir adımını bile dışarıya atamazdı.
"Hayır otur oturduğun yere Oğuz efendi!" Tepkimin sebebini anlamış olmalı ki "Sen gidince oluyor ben gidince mi olmuyor karıcım" demişti imayla. Hıh suçlu gene ben oldum. Hele seni bir yakalayayım Yavuz o saçlarını yolmazsam ben de Melek değilim.
"Tamam o zaman ikimizde evde kalalım hiç bir yere gitmeyelim, ayrılmayalım birbirimizden" saçlarıma öpücük bahşettikten sonra gözlerim ta en derinine bakarak
"Ben yarın Yavuz'un icabına bakarım üzme tatlı canını" bu adam her şeyin bir kolayını bulurken nasıl ona darılabilirdim. Kollarını bedenime sardığında bir süre o vaziyette durmuştuk.
"Aç değil misin sen de?" Mırıldanarak "Aç olsam bile şuan senden ayrılmak istemiyorum"
"Oğuzum ben açım ama" bu defa homurdanmıştı. "İp gibisin ama yediğin yemeklerin haddi hesabı yok"
"Sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun? Çok tesüf ederim hayatım" koltuktan kalkıp mutfağa gidiyordu ki "Tesüf mü ediyorsun ne ediyorsan yemek ye öyle yap. Trip atıp da aç kalma" hah! Görende hep trip atıyorum zanneder.
Tamam tamam kabul ediyorum bazen, azıcık, minnacık abartabiliyorum.
"Sen istesen de istemesende yemeğimi yerim ben" ben de onun peşinden mutfağa gittim. Başbaşa her gün beraber yemek yediğimiz yemek masasına kurularak onu izlemeye başladım.
Gerçekten de kusursuz bir fiziği vardı. Şu podyum mankenleri var ya onlardan farksızdı. Güçlü omuzları vardı. Buna pek çok defa beni sırtına atmasıyla birebir şahit olmuştum.
Yan profili usta bir ressamın tablosu gibiydi. Çıkık elmacık kemikleri, hafif çekik gözleri derin okyanuslarını barındırıyordu. Elma şekeri rengi dudaklarının tadı gerçektende elma şekerini andırıyordu. Ay! Ne diyorum ya ben, resmen kocama yürüyorum. Kuduruk iç ses seni!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİN EKSENİ
ChickLit•2018 wattys son liste adayı Polis #1 Bir hemşire ve bir polisin aşkı ne kadar tuhaf olurdu ki? GERÇEKLERDEN ESİNLENEREK YAZILMIŞTIR!! 18.09.2017