21- Yaşamak Ne Güzel

7.1K 521 100
                                    

Yaşamak ne güzel şeydi! Gökte uçan martıların özgürce kanat çırpmalarını izlemek, dumanı tüten taze ekmeğin kokusunu ciğerlerine doldurmak, kalabalık bir sokakta birbirine giren sesleri dinlemek, her sabah kahvaltısında bir bardak sıcak çayla dile ziyafet çekmek güzel şeydi.

Kolları belini sıkıca sararken, dudakları özlediği dudakların üzerinde yumuşakça hareket ederken, tadı tadına karışır, kokusunu dilediğince içine çekerken, orman rengi gözlerinin içine gönlünce bakarken yaşamak Kutay için güzel şeydi.

Yaşamayı unutalı öyle uzun zaman olmuştu ki şimdi yeniden nefes alıyormuş gibi hissediyordu. Nefes almanın da bu kadar kolay olduğunu önceden biliyor olsaydı çok çok önce kalkar gelirdi uzaklardan. Ne çare, insan kaybetmeden anlamıyordu bir şeylerin kıymetini.

Belindeki tutuşu sıkılaşırken en büyük korkusu sevdiği adamın, kollarının arasından sıyrılıp gitmesiydi. İlk aşamayı tamamladığını biliyordu, inadı kırılmıştı sevdiğinin. Çok hasret kalmışlardı birbirlerine, bu ayrılık çok uzamıştı. Bunca özleme kendisi katlanamazken Yasin'in de ondan daha dayanıklı olmadığını biliyordu; tek bir an, tek bir öpücük yetecekti aralarındaki buzların çatırdamasına, yetmişti de.

Sonunu düşünmeden onu öperken aklında başka hiçbir düşünce yoktu. Belki okkalı bir tokat atardı, belki de tek söz etmeden giderdi Yasin. Katlanamayacağı bir şey vardı, o da sevdiğinin güzel gözlerinin kendisinden ebediyen uzaklaşmasıydı. Ona kavuşmaya yaklaşmışken bunun olmasına izin veremezdi Kutay. O gözlerin kendisine aşkla, şefkatle bakmasına ihtiyacı vardı. Dudaklarına teninde, ellerine ellerinde ihtiyacı vardı. Geceleri uyumadan önce kokusunu içine hapsetmeye, bedenini kollarının arasında hissetmeye ihtiyacı vardı.

Alnını yeniden sevdiğinin alnına yaslarken bir elini belinden boynuna, oradan yüzüne çıkardı. Sıcağı sevmezdi Kutay fakat parmak uçlarında hissettiği sıcaklık olmadan yaşayabileceğini sanmıyordu. Onu okşarken daha önce hiç ama hiçbir şeye dokunmamış gibi hissediyordu kendini. Sanki onu tanımadan önce kapalı bir kutuda büyümüş de dışarı çıktığı ilk anda onu görmüş, ilk onun sesini duymuş, ilk onun tenine dokunmuş gibiydi. Bal renkli gözlerinin gördüğü yüzdeki her bir detay, sanki Tanrı özene bezene yaratmış gibi mükemmeldi.

Dalgalı sarı saçları dağınık bir biçimde alnına dökülüyordu. Sarı kaşları ve kirpikleri, yeşil gözlerinin üzerinde onu kalbinden vurmaya hazır birer ok gibiydi. Yanaklarını süsleyen pembelerin tonu değme gülde bile bulunmazdı. Yuvarlak burnunun kanatları her nefes alışında genişliyordu. İnce fakat biçimli dudaklarının köşeleri, kapalı göz kapakları gibi titriyordu. Çenesinin sol köşesindeki ufak ben, beyaz teniyle güzel bir tezat oluşturuyordu. Kutay'ın bildiği hiçbir dil yetmiyordu onu ne kadar yakışıklı bulduğunu, ona ne kadar çok âşık olduğunu anlatmaya.

İç çekerek elini saçlarına uzatıp alnını ortaya çıkarırken kapalı göz kapakları titreyerek açıldı ve orman rengi gözleri, taşmaya hazır nehirler gibi kendi gözlerine dikildi.

"Bırak beni." Sesindeki güçsüzlük, Yasin'i bile şaşırtmıştı. Tek bir öpücükle darmadağın olacak kadar mı özlemişti karşısındaki adamı? Daha sabah, buraya gelmeden önce gittiği yere kadar direneceğini kendine anlatırken tek bir dokunuşla tüm direncini yitirmişti. Söz konusu Kutay olunca bu kadar güçsüz müydü sahiden? Hâlbuki tüm yaşadıklarından sonra kendini güçlü olduğuna inandırmıştı, yoksa bu kalp ağrısından sağ salim çıkamazdı. Oysa şimdi ilk sarsıntıda tüm dünyası yıkılmıştı, kaldığı enkazın altında eziliyordu.

Ondan; gözlerinden, kokusundan, ellerinden koşarak kaçmak istiyor fakat ayakları bir milim bile kıpırdamıyordu kök saldıkları yerden. Elini, yüzündeki ele koyarak olduğu yerden indirirken kırık bir sesle bir kez daha denedi şansını. Belki hâlini anlar da gitmesine izin verirdi.

Son Top | bxb |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin