Takvimlerden günler hangi ara bu kadar eksilmişti de son haftaya gelmişlerdi anlayamamıştı Yasin. Yeni Yakut Koleji ile yaptıkları maçı kaybetmişlerdi ve şimdi şampiyonluk için her şey son maçlarına kalmıştı. Etrafını saran kalabalık grupta gezdirdi gözlerini.
Forması ter içinde kalmamış tek bir arkadaşı bile yoktu. Murat'ın her gözeneğinden ter fışkıran vücudu, Yusuf'un koşturmaktan kıpkırmızı kesilmiş yüzü, Tuncay'ın gerginlikle yanındaki sandalyede sallanan bacağı, Mehmet'in dikkatle koçun dediklerini dinleyen ifadesi... Her şey ne kadar odaklandıklarını, maçı kazanmayı ne kadar istediklerini gösteriyordu.
Yasin, eksik hissederek bal rengi bir çift gözü aradı kalabalığın içinde ve aradığını koçun hemen arkasında buldu. Sanki konuşan, oyun stratejisini anlatan oymuş gibi izliyor ve gülümsüyordu ona. Yaşadıkları her şey geldi aklına, içi mutlulukla dolmuş, yüreği sıcacık olmuştu. Gülümsemesine sevgiyle karşılık verirken koçun sanki yavaş yavaş yükselen melodiler gibi boğukken netleşen sesi doldu kulağına.
"Bitime bir saniyeden az var beyler. Bu maçı alın, dileyin benden ne dilerseniz."
Molanın sona erdiğini belirten ses duyulduğunda tüm gözler onun, onun gözleriyse kendisinin üstündeydi. Sahaya dönmeden önce kulağına en iyi arkadaşının sesi doldu.
"Son topa kaldık, iyi mi?"
Birbirlerine bakıp gülerken maçı kazansalar da kaybetseler de önemi yoktu; çünkü 'son top', onundu.
Sahaya döndüklerinde hakemin düdüğüyle birlikte Yasin bekletmeden, potanın altına sezdirmeden süzülen Kutay'a gönderdi topu ancak bir terslik vardı.
Bitişi bildiren ses vaktinden önce çalarken topun potaya girip girmediğini, şampiyonluğun Kutay'ın ellerinde gelip gelmediğini göremedi Yasin, çünkü kırptığı gözlerini açtığında sahada değil, kan ter içinde yatağındaydı ve çalan da bitiş sesi değil, telefonuydu.
Hızlı soluklarıyla yükselen göğsüne elini koyarak doğruldu ve kendine gelmeye çalışırken telefonunu alıp gecenin bu saatinde kimin aradığına baktı. Uyuyalı daha beş dakika olmuştu sanki. Numara kayıtlı değildi, aklına gelen ihtimalle boğazını temizleyerek telefonu kulağına götürdü.
"Alo?" Sesinin boğuk çıkmasına engel olamamıştı boğazını temizlemesi.
"Yasin? Uyandırdım mı?"
Gelen soruyla birlikte Yasin telefonu kulağından uzaklaştırıp saate baktı, gecenin üçüydü. Gözlerini devirerek tekrar ahizeye dayadı dudaklarını. "Normal insanlar bu saatte uyuyorlar Kutay, sen ne yapıyorsun bilemem." Sessizlik olduğunda aklına gelen soruyu sorma ihtiyacı hissederek yeniden söze girdi. "Numaramı kimden aldın?"
"Natali'den." Aldığı cevap şaşırtmamıştı Yasin'i. Yine de kaşlarının çatılmasına engel olamadı.
"Bir ara hatırlat da Rusya'ya gidip Natali ile yüz yüze, ciddi bir konuşma yapayım."
"Kızın bir kabahati yok Yasin, ısrarıma dayanamadığından verip kurtuldu."
"Neyse, bu saatte neden aradın beni? Rahatsız ediyorsun, kapat."
"Sesini duymak istedim. Kaç gündür Natali ile gezme bahanesiyle kaçtın benden. Antrenmanlardan ve dünkü maçtan sonra da yakalayamadım seni. Evine gelmek de istemedim. Ama dayanamadım en sonunda. Beni sürüncemede bırakma Yasin, her şeyi biliyorsun artık."
Evet, her şeyi biliyordu. Ve kafası bomba düşmüş pazar yeri gibi kargaşa içindeydi. Natali ile geçirdiği huzurlu dört günün ardından yine evinde bir başına kalmış ve düşünceler dört bir yanını kuşatmıştı. Bir şeyleri bilmek her zaman yeterli olur muydu? Kırılan güveni yeniden inşa etmek, hissedilen acıyı dindirmek, yaraları kapatmak için her şeyi bilmek yeter miydi? Sevmek, affetmeye yeter miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Top | bxb |
General Fiction"Bitime bir saniyeden az var beyler. Bu maçı alın, dileyin benden ne dilerseniz." Molanın sona erdiğini belirten ses duyulduğunda tüm gözler onun, onun gözleriyse kendisinin üstündeydi. Sahaya dönmeden önce kulağına en iyi arkadaşının sesi doldu. "S...