69●•

5.3K 232 37
                                    

Nefes alırken bile yaşadığına şükredememek... Soğuk havayı ciğerlerime doldururken kıvrılıp acımı yamuk ağacımın kabuklarına tırnaklarımı geçirerek hafifletmeye çalıştım. Bu... çok zor. Var olurken yok olmayı dilemek... Gözümdeki yaşlar acı dolu bedenimden yok olmak için kaçmaya başladığında derin bir nefes sesi duymamla hıçkırığa bir müddet ara verdim. Göz kapaklarım arkasına saklanan yaşların ağırlığıyla açılmadığın da bunun için fazla uğraşmadım. Aylardır rutin halene getirdiğim bu seansa şahit olan Onur'un altımdaki dalda oturarak beni beklediğine emindim. Her ne kadar ondan gizli buraya gelsem de bir şekilde burada olup sessizce beni bekliyordu. Hıçkırığı koy verirken derinden ağlamamı tutmaya çalışsam da çok geçmeden kendini koy verdi.

Zaman kavramını derinden yaşayıp yüzeyine sürtünmek... İki ay. Teninden yoksun geçirdiğim iki ayın acısı... Onsuzum diyemememi sağlayan hayaletiyle yaşadığım ıstırap dolu iki ay. Vücudumda dolan acıyla haykırışım artarken kendimi sıktım. Aileme söz verdiğim için yanlarında Onur'a gösterdiklerimin çeyreğini bile sunmadığım bir oyun gibi sergilediğim son ayım. Kendimi bu yüzden hep ağacıma sığınırken bulsam da yine ve yine kendimi sıkıyordum. Aslında daha çok bağırarak acımı yaşamak istesem de beynim buna müsaade etmiyordu. Kendi duygularım için ailemi incitmemem gerektiğini bana savunuyordu. Haklıydı da. İlk gün yaşadığım o inanılmaz acıyla geçirdiğim sinir krizleri beni hastanelik ederken çevremdekilere yaşattığım kötü günleri böyle telafi etmeye çalışıyordum. Annemi ve babamı çocuklarını parçalanırken şahit ettiğim günleri onlara verdiğim sözle avutuyordum. Normal yaşantıma dönerek, dağılmışta olsa parçalarımı birleştirip ayakta durmaya çalışarak... Bir de bu süre zarfında kendime verdiğim bir söze sadık kalmaya çalışıyordum. Ne olursa olsun ona bir gün hesap sorduğumda bu çektiğim acıları her hücresiyle hissetmesini sağlayacağım. O da bunu hak etti.

"Sanki zaman geçtikçe kendini toplaman daha kısa sürüyor. Belki de alışıyorsun artık." Onur'un sesiyle araladığım göz kapaklarımı başımı eğdiğimde mentollü olan peçeteyi bana doğru uzattı. Tırnaklarımı geçirmekten artık derin izler bıraktığım ağacın dalından parmaklarımı söküp ona doğru uzandım. Elinden peçeteyi aldığımda burnumu rahatlatması için her zaman tercih ettiği mentol işe yarayan peçeteyi, akmaktan canı çıkan salgılarımla buluşturdum.

"Alışmak... Sanmıyorum Onur." Burnumu sildiğim de başımı gökyüzüne doğru kaldırıp kar tanelerinin yüzüme düşmesini sağladım. Biri hala vücudumda barınan ve ufacık umuda sığınmamı sağlayan kolyenin ucuna düştü. Kuş figürünün bana yaşattığı yükle alev aldığını, kar tanesinin soğukluğuyla fark ettim. Elim ister istemez kolyeye doğru çıktığında boynumda yer edindiği günü hatırlayarak gözlerimi yeniden yaşa boğdum. O gün parçasına sahip çıkmamı istemişti. Kalbinde çırpınan kuşun bana ait olduğunu ve onu boynumdan ayırırsam yolunu kaybedeceğini de... Dişlerimi sıkarken kolyeyi avucumun içinde boğdum.

Ben parçana sahip çıkıyorum siyah inci. Ben bekliyorum ama sen hala yoksun. Bende yolumu kaybetmeye başladım. Çünkü benim parçam yanımda değil. Sen bana niye sahip çıkmadın?

Keşke...Keşke karşımda olsan da beni soktuğun çıkmaz yoldan çıkarsan. Hissettiğim ve söylemek için sıraya giren kelimelerimi seninle buluştursam. Buradan gitmeden önce kendime her zamanki gibi sözümü tekrarlıyorum. Karşıma çıktığında ben hazır olacağım Cankat. Söz veriyorum.

"Artık gidelim." Sesim kısık şekilde çıktığında gözlerimi gök yüzünün boşluğundan çekip Onur'a baktım. Başıyla onayladığında oturduğu yerden kalkıp üzerini düzeltti.

"Bence de gidelim. Yoksa doğum gününü ektiğimiz için Damla Hanımın gazabıyla uğraşmak zorunda kalacağız," dediğinde daldan atlamadan önce önümde durup belimden tutarak bana yardımcı oldu. Başımda yamulan şapkayı dudağında hafif bir tebessümle düzeltirken gözlerimle ona yanımda olduğu için bir kez daha teşekkür ettim.

Siyah İnciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin