9

495 51 35
                                    


Birlikteliğimizin ilk gününde, sevgilim beni dersliğime kadar bırakmak için yurdun kapısında bekliyordu. Elimden geldiğince hızlı yürümeye çalışıyordum, onu bekletmemek adına. Bu arada topuklarıma basarak yürüyebiliyordum artık.

Yurdun güvenlik kapısından çıktığımı görünce kollarını iki yana açtı. "Sevgilim günaydın!" 

Jimin'in bu tatlı tavırları hoşuma gidiyordu, gülümseyerek karşılık verdim önce. 

Çok geçmeden kollarının arasına girmiştim. "Günaydın. Dersin olmamasına rağmen sabahın bu saatinde buraya kadar gelmene sebep olduğum için özür dilerim." İstemsizce dudaklarımı büzüp konuşuyordum, şımarık küçük kız çocukları gibi.  

"Hayatım şu özür dileme huyundan vazgeçer misin artık. Ben halimden çok çok memnunum." Burnumun üzerine minik bir öpücük bırakarak sıkıca sarıldığı belimdeki kolunu gevşetti ve bedenimi arabaya doğru yönlendirdi. Arabanın kapısını açıp yerleştiğimden emin olduğunda sürücü tarafına geçerek arabayı çalıştırdı. 

Yurt ile fakülte arası çok kısa mesafe olduğundan hemen varmıştık. Jimin bu durumdan pek hoşlanmamıştı. "Kampüste birkaç tur mu atsaydık, hemen vardık. SeYoung gitme hemen." Yalvarır gözlerle minik bir kedi gibi bakıyordu. 

"Geç kalmamalıyım hayatım. Profesör Park'ın dersi. Derse kendisinden sonra girenlere bile acayip takıyor. Bu riski alamam." Abartmıyordum. Profesörün takıntısı buydu; herkes dersinde olacak, dinleyecek, devamsızlık yapmayacak ve o ders anlatırken dikkatini dağıtacak herhangi bir harekette bulunmayacaktı. Adamcağaz ilk derste sıkı sıkı tembihlemişti. 

"Babamın dersi mi? Haklısın hayatım, cidden takar." Profesör Park'ın oğluyla mı flört ediyordum ben! Bu beklemediğim bir durumdu kesinlikle. 

"Profesör Park senin baban mı?" Şaşkınlıkla sorduğum soru karşısında Jimin oldukça ifadesizdi. "Evet" dedi tek düze sesiyle. "Neden bu kadar şaşırdın ki?" 

Sahi neden şaşırmıştım bilmiyordum. "Bunca zaman hiç bahsi geçmedi. Sanırım bu yüzden şaşırdım." dedim ben de tepkime anlam veremeyerek. 

*

Binaya girmiş, dersimin olduğu amfiye birlikte çıkmıştık. Yerime yerleştiğimde artık gitmesi gerektiğine ikna etmeye çalışıyordum. "Hadi Jimin git artık. Profesör gelmek üzeredir." 

Birkaç dakika daha birlikte olmak için bahaneler üretiyordu. Gömleğinin yakasını çekiştirerek yüzünü kendi yüz hizama indirdim ve yanağına bir öpücük bıraktım. "Şimdi gitmezsen seni babana şikayet ederim." 

Oflayıp pufluyordu ama sonunda ikna olmuştu. "Tamam gidiyorum, kafeteryada olacağım. Ara verilince haber ver gelip alayım seni." başımı aşağı yukarı sallayarak onayladığımda tekrar eğildi ve saçlarımın üzerine tüy kadar hafif bir öpücük bırakıp amfiden ayrıldı.

Üst üste geçen iki blok dersten sonra beynimin en ücra köşelerine kadar sulandığını hissedebiliyordum. Verilen ara, öğle tatili ile birleşmiş, tam bir buçuk saatlik bir boşluğum olmuştu. 

Paytak paytak kafeteryanın kapısından girdiğimde, hemen karşıdaki camın dibindeki masada oturan Jimin'in yanında Taehyung'u görmeyi beklemiyordum. Onlara doğru yöneldiğimde belime dolanan kol ile irkildim. "Korkma benim! Yürümene yardım edeyim." 

Jungkook'tan destek alarak yürüdüğümde hızlıca masaya varmıştık. 

"Neden haber vermedin SeYoung, seni almaya gelecektim." Jimin oturduğu yerden kalkmış yanındaki boş sandalyeye oturmama yardım etmişti. "Ayağımın üzerine basabiliyorum. Merak etmeyin!"

On His PillowHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin