Bölüm 45 - Güvenmek

618 29 57
                                    

İyi okumalar.

Hilal dalgınca boş muayene odasını toplamaya devam ediyordu. Hastaneye bugün tek başına gelmişti. Annesi kendini iyi hissetmediği ve gözünü de Yıldız'ın üstünde tutmak için evde kalmıştı. Genç kız gece de annesiyle beraber yatmıştı. Ablası olaylı geceden sonra kendini odaya kitlemişti çünkü. Anca evden çıkmadan önce annesinin ısrarı ve abisinin kapıyı kırma tehditleriyle kahvaltıya indiğini duymuştu o kadar.

Hilal'in zihni karma karışıktı, çünkü düşünecek bir sürü meselesi vardı. İşgal, zulüm, parçalanmış bir aile, hain bir baba derken, bir de ablasının bu davranışları ve elbette Leon vardı zihninde. Genç kız Leon'u da çok merak ediyordu zaten. Dünden beri ne haldeydi mesela? Dün gece neler olmuştu, bir de ondan dinlemek isterdi esasen. Fakat gücü de yoktu genç kızın. Tüm bu karmaşayı yaşamak hem zihnini, hem de ruhunu yormuştu. Bedeni de bitkindi üstelik. Tüm bu düşünceli haller onda daha çok çalışmaya, iştahsızlığa ve uykusuzluğa sebebiyet veriyordu. Dün gece de uyuyamamıştı mesela ve kahvaltı etmeden de hastaneye gelmişti. Bugün tek tesellisi de dün geceki hadisenin hastanede duyulmamış olmasıydı. Bir de insanların dedikodusuyla uğraşamazdı.

Odadaki dolaba masada kalan malzemeleri geri yerleştirirken tekrar Leon'u düşünüyordu. Bu sabah genç adam onu aramak için hastaneye gelmemişti. Gerçi neden gelsin ki diye de tersledi kendi kendini Hilal. Bazen kendini, bazen Leon'u ama en çok da ablasını suçluyordu. Leon ya da bir başkası olsun, ablasının kendini zorla başkasını seven bir adama mecbur etmesini anlayamıyordu. Aklı almıyordu.
Bir de aklını kurcalayan başka bir şey daha vardı. Gece ablası imalı bir bakış atmıştı ona. İçine bir şüphe düşmüştü o an. Ablası Leon'un aslında ona aşık olduğunu biliyor muydu yoksa? Leon ona adını vermedim dese de nasıl bir mektup yazdığını da bilmiyordu ki. Belki genç adam bir ip ucu vermişti farketmeden?
Derin bir of çekti Hilal. Düşünmekten çıldırmak mümkünse eğer, kendisi de pek yakında çıldırabilirdi.

Bir süre sonra odada tam işi bitmişken Eleni geldi.
"Hilal, müsait misin?" diye sordu Eleni kibarca.

Hilal arkasını döndüğünde kapının önünde Eleni'yi görmeyi beklemiyordu. Yengesi her ne kadar sakin kalmaya çalışsa da yüzünde gizleyemediği bir telaş vardı.
"Eleni?!" dedi sorar gibi. Şaşırmıştı Hilal, zira Eleni'nin hastaneye gelip mesai saatinde onu ziyaret etmesi pek huyu değildi. "Evet müsaitim. Yoksa evde yine bir hadise mi çıktı?" dedi telaşla. Aklına yine en kötüsü gelmişti.

"Yok, yani pek sayılmaz. Seninle konuşmam gerek." derken Eleni'nin gözüne köşedeki masanın önünde karşılıklı duran iki sandalye ilişti.
"Şuraya oturalım mı?" dedi bakışlarıyla sandalyeleri göstererek.

Hilal başıyla onayladıktan ve Eleni de odanın kapısını kapattıktan sonra oturdular, fakat Hilal hâlâ telaşıydı.

"Hayırdır Eleni?" diye tekrar sordu genç kız.

Eleni gerginlikle ellerini dizlerini örten eteğine sürdü. Gözlerini önce odada dolaştırsa da nihayetinde onları Hilal'le buluşturdu.
"Kahvaltıdan sonra ortalığı topladım derken, üst kata Yıldız'ın yanına çıkmak istedim. Nasıldır, ne yapıyordur diye. Abin odanın anahtarını aldığı için kitleyemeyordu kapıyı. Neyse, kapı biraz aralıktı ve sesler geliyordu içeriden. Aralıktan bir baktım, Yıldız senin çekmecelerini karıştırıyor." derken Eleni, Hilal'in de şaşkınlıktan gözleri kocaman açılmıştı. Ablası neden böyle bir şey yapsındı ki?
"Sinirini senin eşyalarına zarar vererek çıkaracak sandım. Bilirsin Yıldız'ı arada yapar öyle. Ya Ali Kemal'in ya da senin eşyalarından çıkarır hıncını."

Hilal hak verdi Eleni'ye. Ali Kemal'in ne kıyafetleri, çocukken de ne oyuncakları mahvolmuştu. Hilal'in de ne kitapları, ne kalemleri gitmişti.

Mazi ile İstikbalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin