Bölüm 60 - Kayıp

540 17 30
                                    


İzmir, Şubat 1920

1920 yılı daha şimdiden ölüm döşeğindeki Osmanlı İmparatorluğu için çok zor, ama Türk milleti için bazen ümit verici hadiselerle geçiyordu. Yeni yılın bu ilk iki ayında Mustafa Kemal ve dava arkadaşları Ankara'da büyük çalışmalar yürütüyor ve yeni planlar geliştiriyorlardı.
Başta İsmet Bey olmak üzere, mühim zatlar Milli Mücadele için Ankara ve Anadolu'nun muhtelif yerlerinde toplanmaya başlamıştı. Bunun akabinde işgalcilere karşı birçok çatışmaya da girilmiş, lakin bazen de onlar işgalcilerin hedefi olmuştu. Tüm bu çatışmaların bazen galibi, ama maalesef bazen de mağlubu olmuşlardı. Anadolu toprakları büyük bir sancı çekiyordu. Bir sevinç yerini hemen başka bir derde yahut kedere bırakıyordu. Ankara'nın küçük bir zaferinin karşılığı maalesef hemen veriliyordu ve bunun en yaralayıcı yanı da İstanbul hükümetinin düşmana destek vermesi oluyordu.
Osmanlı ölüm döşeğindeydi. Cellatları batı ülkeleriydi, lakin asıl katili bizzat padişah ve paşaları olacak gibi görünüyordu. Ona biraz hayat suyu verecek olan kararlara derhal müdahale ediliyordu. Buna en son örnek de Osmanlı Meclisi Mebusanı'nın gizli oturumunda Misak-ı Milli Beyannamesi'nin kabul edilmesinden sonra yaşananlar olmuştu. Bu küçük umut ışığının karşılığında İngilizler Bandırma'ya iki yüz askerini çıkarmıştı ve böylece Türk milletinin her türlü kurtuluş hamlesine göz dağı vermişlerdi. Aslında bu bir tehdit değildi, zira İstanbul'un da tamamen işgal edilmesi yakında bekleniyordu. Sadece aç kurtlar zavallı İstanbul'u nasıl paylaşacaklarına karar veremiyorlardı. Padişah ve paşaların zaten bir hükmü kalmamıştı.

Osmanlı İmparatorluğu için bir ümit kalmış mıydı henüz bilinmiyordu, lakin Türklerin kaderi bir satranç oyununa dönmüştü. Kuvva-yı Milliye'nin her hamlesine karşılık bir başka hamle geliyor ve zafere giden yol zora düşüyordu. Varlık mücadelesi veren Türk milleti kah en büyük düşmanını deviriyor, fakat kah en beklenmedik anda karşısına yeni bir düşman çıkıyordu. Her şey iyice karışmıştı ama tek berrak olan şey, Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarının parça parça bölünmeye devam etmesiydi. Batı, hasta adamı diri diri parçalıyordu. Toprağına da kendi kanını akıtıp, acısını izliyordu. Bir millet de dirilmeye çalışıyordu, zira artık vakit yaraları sarıp iyileşecek vakti çoktan geçmişti. Herkes koca imparatorluğun ölüm haberini bekliyordu. Türklerin ise dirilmek gibi bir mucizeyi gerçekleştirmekten başka bir şansı kalmamıştı. Başta Anadolu'da olmak üzere bir sürü vatansever bu mucizeyi gerçekleştirmek için hayatlarını ve canlarını feda etmek pahasına mücadele ediyordu.

İşte bu dönemde İzmir'de yine karsız ama bolca yağmurla geçen bir kış ayı devam ediyordu. Ankara ve Anadolu'nun başka yerlerinden gelen güzel havadislere seviniliyor ama bir yandan da Yunan İşgali ile yaşamaya mecbur kalınıyordu.
Hilal ve Leon da gündemin bu yoğunluğundan nasiplerini bolca alıyorlardı. Fakat en son gelen müjdeli havadis sayesinde biraz nefes alabilmişlerdi.
Hilal, akşam evlerine bir müjdeyle gelmişti. Kuvva-yı Milliye, Fransız işgalindeki Urfa'yı kuşatmıştı. Leon da bu havadise Hilal kadar çok sevinmişti. Belki Atina da bu direnişten bir ders çıkarır diye ümit ediyordu, zira Yunanistan Krallığı'nda da halk artık homurdanmaya başlamıştı. Söz verildiği gibi Anadolu ele geçirilememiş ve savaş uzamıştı. Her ay onlarca hatta yüzlerce genç askerin tabutları evlerine gönderiliyor ve yerine daha gençleri getiriliyordu. Anneler ve babalar çocuklarını, kadınlar kocalarını, çocuklar ise babalarını kaybediyordu. Ama savaş bir türlü bitmiyordu. İşte bu yüzden Leon da bu aptalca çabaya son vermelerini istiyordu. Belki bu Urfa direnişi de onlar için bir silkinme olurdu. Son yazısında da buna Andreas Akis mahlasıyla yer vermişti. Yazıları Halit İkbal kadar olmasa da rağbet görüyordu. Zira Leon'un ulaşmaya çalıştığı kitle daha zordu, ne kendi milletine düşüncelerini, ne de Türklere samimiyetini kolayca ikna etmesi beklenemezdi.
Hilal'in ise sevinci biraz farklıydı, zira o Leon'un aksine işgalcilerin kolayca vazgeçeceğini sanmıyordu. Genç kızın tek ümidi, kuvvanın işgalcilerden daha üstün olabilmesiydi. Savaşı kazanmaktan başka çareleri yoktu. Tek tek işgal bölgelerini özgürlüğüne kavuşturup, nihayetinde düşmanları topraklarından tamamen def edeceklerdi.

Mazi ile İstikbalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin