İlkbaharın gelişi Symrna'da sokaklarını da hareketlendirmeye başlamıştı. Yağmurlar azalmış, güneş gökyüzünde kendini daha çok göstermeye başlamıştı. Onun sıcaklığı da insanları evlerinden çıkarmaya, sokaklarda gezip dolaşmaya imkan veriyordu. Ağaçlar çiçeklenmeye, sokaklar daha çok yeşillenmeye başlıyordu. Kışta uykuya dalan tabiat, yavaş yavaş yeniden hayata uyanıyordu.İşte böyle bir bahar günün de Leon da sebepsizce kendini bugün çok iyi hissediyordu. İçinde tarifi olmayan iyi bir his vardı. Öyle bir his ki, ona çok yabancı geliyordu. Sanki bugün umutlu ve mutlu gibiydi. Oysa en son ne vakit mutluluğu hissetmişti? Bunu düşündüğünde gözlerinin önünde tek beliren karısının mavi gözleriydi. Mutlu anıları hep Hilal'le olmuştu. Şimdi ondan bu kadar uzak ve onunla bu kadar imkansızken içindeki bu hissin manası neydi? Bilemiyordu genç adam. Fakat ileride Hilal'i yeniden görebilme ihtimali bugün içindeki hisle daha mümkünmüş gibiydi. İstikbalini düşündüğünde bugün daha müspet ihtimaller geliyordu aklına.
Bu sabah karargaha yürüyerek gitmeyi tercih etmişti.
İşgal edilmiş ve Anadolu'da resmen başlayan savaşa rağmen ne kadar olabilirse, o kadar neşeliydi sokaklar. Her şeye rağmen ne kadar hayata devam edebilirlerse, o kadar olağan bir yaşam sürmeye çalışıyorlardı insanlar.Leon dolaşır gibi rahatça karargahın istikametinde doğru yürürken, artık kalabalıklaşan bir ana yola sapmıştı. Burada tüm hevesi ve neşesi bir anda yok oldu, zira onu görenler üniformasına bakıp sonra da düşen yüzleriyle kafalarını çeviriyorlardı. Her şeyden habersiz sadece güzel havada sonunda sokakta biraz oynayabilme heyecanı yaşayan çocuklar, aileleri tarafında Leon'dan uzağa çekiliyorlardı. Ama Leon eskisi kadar bu duruma üzülmüyordu, zira kendisi bile bu üniformadan rahatsızken, zavallı insanlara gücenebilir miydi? Hem genç adam artık bu üniformayı lekeleyen siyasetçilerine ve kumandanlarına da savaş açmıştı. Nefretle kan bulaştırdıkları bu üniformalarıyla daha fazla Yunan halkını lekelemesinler ve saf nefret yüzünden Osmanlılara zulüm etmesinler diye elinden geleni yoldaşlarıyla birlikte yapıyordu. Bu haksız savaş illaki bitecekti.
Nihayet karargaha ulaştığında hemen odasına gitti. Artık odada sadece Lucas'la beraber kalıyordu. Rahatça son havadisleri konuştular. Leon Konstantinopolis'ten tam bir hafta önce dönmüştü. Lucas, dün gece de Leon'un firarlarını ayarladığı askerlerin sorunsuzca Yunanistan'a kaçabildikleri anlattı. Biraz da yeni görevler hakkına konuştuktan sonra karargahtaki vazifelerine döndüler.
Öğle saatlerine doğru büyük avlunun köşesinde yeni gelen acemi askerin atış talimlerini uzaktan tektik ediyordu genç adam. Sonra birden arkasından bir ses duydu.
"Şttt, üsteğmen!... Üsteğmen!" diye biri sanki başkası duymasın diye dikkatlice sesleniyordu.Leon arkasını döndüğünde, bir metre yüksekliğindeki beton duvarın üstündeki demir parmaklıklarla çevrilmiş karargahın surunun önünde duran Vecihi'yi gördü.
Fark edildiğini gören Vecihi gülerek el salladı önce, ardından gel işaretiyle yanına çağırdı ve uzaklaşıp gitti.Genç adam tedirginlikle etrafına bakındı, kimsenin onları görmediğinden emin olarak askerlerin başında duran çavuşa onsuz devam etmesini emrederek karargahtan çıktı. Etrafına biraz bakındıktan sonra sokağın sonunda köşede bekleyen Vecihi ile Yakup'u gördü. Yanlarına yaklaşırken Yakup sinirle Vecihi'yi azarlıyordu.
"Üsteğmeni çağıracağım derken karargahına kenarına kadar gidip seslenmeyi mi kastediyordun, Vecihi?! O kadar Yunan askeriyle dolu yerde hiç dikkat çekmezsin ya zaten!""Yeter Yakup! Ne konuştun! Hem bir şeyi ne kadar gizlemeye çalışırsan, o kadar göze batarsın derler." diye umarsızca kendini savundu Vecihi.
"Kim diyormuş onu?" diye küçümseyerek sordu Yakup, lakin Leon yanlarına ulaşınca konuyu kapattılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazi ile İstikbal
FanfictionHilal'in yaşadığı bir kaza, onu ve Leon'u mazide bir yolculuğa çıkarırken istikballerinin de temelleri atılıyordu.