Bölüm 70 - Affetmek Mümkün Mü?

549 18 10
                                    


Ankara karargahı, İzmir'den gizli telgraf çeken Binbaşı Cevdet'in malumatlarıyla ve cephelerden gelen havadisler büyük bir yoğunluk içindeydi. Fakat ardı ardına toplantılar yapan subaylar dışarıya malumat sızmasın diye kimseye bilgi vermiyordu.
Hilal de Leon'un şehre gelmesiyle, sadece bir gün de olsa boşladığı işleri epey biriktiği için hemen karargaha gitmişti.
Lakin dün Leon'un evinde yaptıkları konuşma aklından bir türlü çıkmıyordu. Genç adam ona bir sürü şey anlatmıştı. Haberi dahi olmadığı bir sürü sırrı öğrenmiş ve yine daha önce aklına yatmayan bir sürü gizemi ancak dün çözülebilmişti.
Dün Leon'un yanından ayrıldıktan sonra tüm gün düşünmüştü, onu affedebilir miydi diye. Genç adamın sırf ondan ayrılması için söylediği tüm yalanları affetmişti Hilal. Ne kadar çok gözyaşı döküp, acı çekmiş olsa bile hepsini unutmuştu. Zira Leon bunu onu korumak için yaptığını söylemişti. Doğru yahut yanlış yapmış olsa bile, Hilal bu mevzuda affediyordu sevgilisini.
Lakin aralarında başka mühim bir meselesinin olduğuna da karar vermişti. Leon'un ona hiçbir şey anlatmamasını kabul edemiyordu. Üstelik sevgilisinin aralarına soktuğu bu sırlar hayatlarını ileri derecede etkilerken, Hilal'in kırılmaması mümkün değildi. Leon ona güvenmiyor muydu? Böyle düşünüp gücenmekten kendini alamıyordu. Aralarındaki güveni sarsabilecek kadar ciddi bir meseleydi bu. Affedemediği mesele buydu.

Genç kız hâlâ dalgınlıkla bunları düşünürken, öte yandan masasında daktiloya geçmesi gereken rapor kağıtlarını düzenliyordu.
Öyle ki yanı başına kadar gelen Halide Hanım'ı bile fark edememişti.
"Hilal'ciğim hayırlı sabahlar. Dün seni tüm gün göremedim. Hayırdır, kötü bir şey yoktur inşallah."

Hilal birden daldığı düşüncelerden irkilerek kurtuldu. Önce anlık şaşkınlıkla karşısında duran Halide Hanım'a baktı, ardından da hemen kendisini toparlayıp samimiyetle gülümsedi.
"Size de hayırlı sabahlar Halide Hanım." diye selamladı önce kadını. Fakat sonra olanı biteni anlatamayacağı için mecbur bir bahane uydurdu.
"Şey... dün evde kalmam gerekti... ıhmm... babaannem biraz rahatsızlanmıştı."

"Yaa, geçmiş olsun. Şimdi nasıl?" diye üzülerek sordu Halide Hanım.

"İyi maşallah. Mühim bir şey değildi zaten şükürler olsun. Tedbir için öyle dün evde kalmıştım." diye yalandan bir şeyler anlattı kız. Boş yere insanları da telaşlandırmamalıydı.

"İyi yapmışsın." derken kadın destekler gibi içi rahatlayarak gülümsedi. "Ben sana bir şey söyleyecektim. Bir süre köy teftişlerimize ara vermemiz gerektiği söylendi."

"Niye? Sebebi neymiş? Yine taaruz mu olacak yoksa?" diye endişeyle karışık merakla sordu Hilal. Önceki tecrübelerinden böyle bir kararın ancak yakın vakitte bir taaruzun çıkmasıyla alındığını biliyordu.

"Teferruatlı bir malumatım yok. Lakin bilirsin, askerler her şeyi biz muharrirlere söylemezler. Fakat evet, zannımca cephelerde hareketlilik olacak. Mamafih biz karargahtaki işlerimizle alakadar olmaya devam edelim. Eğer bir taaruz kararı alınırsa, sen zaten annenin yanına sıhhiyeye geçersin."

"Anladım, Halide Hanım." diye keyifsizce cevapladı Hilal.
Elbette vatan savunması için cephelerde de savaşılacaktı, lakin sıhhiye çadırlarında ve şehir hastanesinde onca yaralıyı ve şehidi görmek de genç kız için kolay değildi. Hele de elde malzeme olmadığı için acı içinde kıvrananları, hatta hayatlarını yitirenleri çaresizce izlemek hiç kolay değildi.
Hilal, Ankara'da iyice farkına varmıştı. Bu millet büyük bir yokluk içinde hayatta kalma ve özgürlük mücadelesi veriyordu. Düşmanlarının her şeyi varken, onlar imkansızlıklar içinde mücadele veriyordu. Bu yüzden herkes kurtuluşu bir mucize olarak görüyordu. Sadece gerçek vatanseverler bu kutlu mücadeleye inanıyor ve ortaya da her şeylerini koyuyorlardı. Artık onlar için ya ölüm vardı, ya da kurtuluş.

Mazi ile İstikbalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin