Ankara, Mart 1921Derin karanlık, adeta güneş doğar gibi yavaş yavaş aydınlığa teslim oluyordu.
"Elveda sevgilim, seni çok seviyorum ve hep seveceğim. Kocan seni hep bekleyecek." diyordu boğuk ve usulca çıkan bir sesle Leon.
Hilal, ona bu sözleri söyleyen Leon'a zar zor açabildiği gözleriyle bakıyordu. Sanki çok yabancıydı hali. Sonra bir baskı oluyordu dudaklarında ama anlayamıyordu ne olduğunu. Fakat daha hiçbir şey kavrayamadan karanlık yine aydınlığı yutmaya başlıyordu.
"Hilal! Hilal, hadi kızım uyan! Geç kalacaksın."
Odasına giren annesinin seslenişiyle uyandı Hilal ve sadece birkaç saat uyuyabildiği yatağından mahmur gözlerle doğrulup oturdu. Galiba biraz da nemlenmişti gözleri. Aylardır ara ara olduğu gibi, yine aynı kısa rüyayı görmüştü. Rüyanın etkisiyle her seferinde uyandığında durgunlaşıyordu. Ona duyduğu hasret, kırgınlık ve üzüntü hâlâ azalmamıştı.
Yanıbaşındaki pencereden dışarıda yeni doğmuş güneşin bulutların arasından süzülen ışıklarına baktı.
Yataktan çıkıp geceliğini düzelterek pencereye iyice yaklaştı. Camı açıp serin temiz havayı içine çekerek kendine gelmeye çalıştı.
Rüya hep aynıydı. Sanki bir anı derdi ama değildi. Çok düşünmüştü Hilal bunu. O gece onu Yunan karargahından kaçıranlar babasının planıyla Yakup ile Vehici'ydi. Onun orada işi olamazdı. Kabil değildi. Sonunda Hilal şuna karar vermişti; belki bir ara ayıldığında Yakup veya Vecihi'yi görmüş ama zihni ona böyle oyun oynuyordu. Gördüğü anıyla oynayıp, sanki yanında O varmış ve o sözleri söylemiş gibi değiştirmişti.
Böyle olduğuna inanıyordu Hilal ve geçen her ayda haklı olduğunu üzülerek kabul ediyordu. Ne kadar vakit geçmişti İzmir'den ayrılalı? Bir yıl olacak mıydı? Peki onca vakittir ne haber almıştı ondan? Hiç.
Kırgın ve keder içinde boğulurken, birden zihninde "Kocan seni hep bekleyecek." sözleri de yankılanıyordu. Bu ümit bir zehir gibi benliğini ele geçiriyordu. Hem ona yaşama sevinci veriyordu, hem de diri diri öldürür gibi zulmediyordu.Derin bir nefes alıp serin havayı içine çekti Hilal. Düşüncelerinden kurtulmalıydı. Halide Edip Hanım'ın sözleri geldi aklına. Çok sevdiği kocasının onu aldattığında neler yaşadığını anlatmıştı. "Sonra öleceğimi sandım. Ama insan kolay kolay ölemiyor. Hayat her şeye rağmen devam ediyor."
Ön bahçelerindeki üç tavuk ve bir horozları çoktan kümeslerinden çıkmış gezinmeye başlamışlardı. "Alaca" ismi verdikleri horozun ötüşüne Hilal alayla gülümsedi. Ankara'daki yeni hayatları böyleydi artık.
Alaca, Azize'ye hediye edilmişti. Denizli'den Ankara'ya işgalcilerden kaçmak için sığınan bir aile günlerce yağmur çamur Ankara'ya kadar yürümüştü. Nihayet şehre ulaşsalar da, ailedeki üç yaşındaki küçük kız çocuğu şiddetli ateşle Azize'nin evine getirilmişti. Azize ve Hilal ellerindeki kısıtlı ilaçlarla küçük kızı iyileştirmek için tam beş gün boyunca uyku uyumadan uğraşmışlar ve nihayet çocuğu kurtarmışlardı. Kızcağızın anası ve babası binbir teşekkürün ardından ısrarla elindeki tek pahaya değer olan malları olan horozlarını hediye etmişlerdi.
Sonra başka bir köylü hasta da bir tavuk hediye edince, kuluçkalamayla ufaktan hayvancılıklarını büyütemeyen başlamışlardı. Artık evlerinde yumurta pişiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazi ile İstikbal
FanfictionHilal'in yaşadığı bir kaza, onu ve Leon'u mazide bir yolculuğa çıkarırken istikballerinin de temelleri atılıyordu.