Bölüm 73 - İstikbal II

568 13 17
                                    


Sabahın erken saatinde büyük bir heyecanla yatağından çıktı Hilal. Bir an önce hazırlanıp Leon'un yanına gitmek istiyordu. Ömer Usta gelmeden belki baş başa kahvaltı bile etme şansları olurdu. Bu yüzden hızla üstünü değiştirmeye başladı, fakat gürültüsüyle ablasını da uyandırmıştı.

Uykulu gözlerle ona bakarken sordu Yıldız.
"Nereye böyle sabah sabah? İşe gitmek için saat çok erken değil mi?"

"Önce Leon'la buluşacağım." diye yine rahatça cevapladı Hilal. Bu saatten sonra Leon'la görüştüğünü söylemekten çekinecek hali yoktu.

Fakat göz ucuyla ablasına baktığında onun birden gözlerini şaşkınlıkla açıldığını gördü. Zaten hemen de telaşla sorular sıraladı Yıldız.
"Hilal, ne Leon'u? Sen iyi misin? Birden bire yine o teğmen nereden çıktı?"

Hilal ise bıkkınlıkla gözlerini devirdi. Zaten kıyafetlerini de giymiş, işi bitmişti.
"Leon benim kocam. Daha kaç defa söylemem gerek? Bunu herkes artık kabul etse iyi olur, zira biz bir daha asla ayrılmayacağız." dedi tüm kararlılığıyla ve ablasının peşinden seslenmelerine rağmen onu dinlemeden odadan çıkıp gitti.

Alt katta kimseyi göremedi, belli ki henüz ev halkından başka uyanan yoktu. Kabanını ve çantasını aldı. Ayakkabılarını giyip evden acele çıktı. Yolda fırından bir şeyler aldıktan sonra soluğu marangozhanede aldı. Fakat dükkan kapalıydı. Kapıya vurdu, lakin açan yoktu. Uzun uzun vurmaya devam etti. Ta ki arkasından ona daha yeni gelen Ömer Usta seslenene kadar.

"Hilal, hayırdır kızım, bir mesele mi var? Mühim bir havadis mi getirdin yoksa?" diye merakla karışık endişeyle sordu adam.

"Şey..." diye utanarak geveledi önce Hilal. Ailesine karşı artık utanmıyordu, fakat başkalarına Leon hakkında konuşmaya ister istemez hâlâ biraz çekiniyordu.
"Ben Leon'a kahvaltı için bir şeyler getirmiştim de, lakin henüz uyanmadı zaar. Kapı kilitli."

"Kim dedin? Leon mu?" diye tereddütle sordu adam. Ardından kafası karışmış gibi kıza baktı. "Dükkanda biri mi var? Şevket mi getirdi yoksa? Valla benim haberim yok."

Hilal bu cevapla dumur oldu. Bir ateş damlası kalbine düşmüştü adeta. O ateş damlasının adı ise korkuydu. Yavaş yavaş büyüyen bir korku içini kaplamaya başladı.
"Leon işte. Senin yeni çırağın ya hani. İstanbul'dayken de onu yanımızda görmüştün. Şevket'le arkadaş olmuştu." diye korka korka sordu.

Adam daha da tuhaflaşan bakışlarını ona dikti.
"Kızım, o bahsettiğin delikanlı Yunan askeriymiş diye anlatmadı mı Şevket? Hani hepiniz kızgındınız..."

Hilal'in artık iyice korkuyla kalbi gümbür gümbür atıyor, elleri titriyordu. Nefesi sıklaşsa da, yine de boğduğunu hissediyordu. Elindeki yiyecekler çoktan yere düşmüştü. Başını şiddetle salladı. Gözlerini yumdu. Neydi bu işittikleri? Yoksa Leon hiç dönmemiş miydi? Yoksa bir rüya görmüş ve bu sabah o rüyadan uyanmış mıydı? Daha da korkmaya kapıldı. Sonra birden koşmaya başladı. Koştu, koştu. Fatma'nın evine ulaştığında şiddetle kapıya vurdu, zira korkudan aklını kaybetmiş gibiydi.
Nihayet kapıyı telaşla Fatma açtı.
"Hilal! Hayırdır ne bu halin? Kötü bir şey olmadı ya?" diyen Fatma'yı da  endişelendirdiğini anladı, fakat umrunda değildi. Tek istediği Leon'du.

"Leon nerde, Fatma? Dükkana gittim yoktu. Ömer Usta da garip şeyler söyledi. Bak beni korkutuyorsunuz. Leon... leon nerde?" derken artık ağlamaya bile başlamıştı.

Fatma şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı.
"Hilal, canım benim. Asıl sen beni korkutma. Ne Leon'u? Onun ne işi olur burda? İzmir'de seni o terk etmedi mi? Öyle anlatmıştın. Üstelik bir de Yunan askeriymiş ya. Buraya hangi yüzle gelebilir?" dedikten sonra kollarını ona uzatıp şefkatle sarılmak istedi. Lakin Hilal yaşlı gözleriyle hemen kendini geri çekti.

Mazi ile İstikbalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin