"Allah'ım neydi günahım? Günahım neydi Allah'ım?" Yatağında tepine tepine arabeske bağlamış olan sevgili arkadaşımın cırtlak sesi kulaklarımı kanatırken işkence çeker gibi bir ses çıkardım.Konferans salonundan yatakhanelere postalandığımızdan beri ağır depresyondaydı ve en ağır etkisini ben görüyordum!
Yıldız Tilbe'den İbrahim Tatlıses'e kadar uzanan geniş bir repertuvar ile saatlerdir psikolojim ile oynuyordu zira, balataları sıyırmama ramak kalmıştı!
"Beren, camı açıp bahçeye balıklama atlamama ramak var bir tanem! Vallahi şiştim, ödem yaptım senin yüzünden!" Bir yandan bilgisayarımla uğraşırken göz ucuyla ona baktım.
O, üzüntüden kendini fındıklı gofret ve Yıldız Tilbe'ye vermişti, bense okulun portalına girmiş ve önceki yazılarıma gelen yorumlara bakmaya karar vermiştim. Bir şekilde kafamı dağıtmam lazımdı, yoksa kurada kimlerle eşleşeceğimi düşünerek beynimi yakacaktım.
"Ay gidip Aksel'in nöron yoksunu arkadaşlarından biriyle ya da Ömer'in Buse'si gibi bir yellozla eşleşirsem yemin ederim tebeşir tozu yutar, hastanelik ederim kendimi! Bu narin bünyem dayanmaz öyle bir eziyete yani!" Drama kraliçesi haline bürünerek odada numunelik kalan boş alanda volta atmaya başladığında gözlerimi devirdim. Bu gece bana rahat yoktu, orası çok netti.
Yalan söyleyemezdim, ben de düşünmeden edemiyordum ne yapacağımızı. Kiminle eşlecektim? Hangi alanda yardım edecektim? Daha da önemlisi notumu koruyabilecek miydim?
Yürüyen kas fazlalığı bir kaz kafalıya Türkçe çalıştırmak ya da kendini bir halt sanan bir bilimciden matematik soruları için yardım istemek benim için epey büyük bir sinir harbi olacaktı ama kader fena nanik yapmıştı. Başa gelen çekilecekti, itiraz etme lüksümüz yoktu.Dipsiz düşüncelere daldığım sırada açık duran sistem sayfasına düşen bildirimle irkilirken dikkatimi ekrana verdim. Yeni bir bildirim gelmişti, yani biri yazılarımdan birinin altına bir şey yazmıştı.
Bildirime tıkladığımda gelen yorumun iki hafta önce portalın adminlerinden birinin sorduğu "Sizce aşk nedir?" konusuyla alakalı yazdığım yazının altında olduğunu gördüm.
Şaşırmadan edemezken yorumu okumaya başlamadan önce kendi yazımı buldum. Zira o yazıdan sonra üç tane daha yazmıştım. Ne yazdığımı tam olarak hatırlamıyordum.
"Neymiş? Aşk çok güzel bir şeymiş! İnsana iyi gelirmiş, ufkunu açarmış, dünyaya farklı bakmasını sağlarmış! Yok efendim midede kelebekler uçarmış, çiçekler açarmış.
Hadi be oradan! Palavra!
Aşk dediğiniz o meret yeni açmış bir çiçeğin üzerine konan bok böceği gibi bir şeydir. Öyle kifayetsiz, öyle sevimsiz, öyle meymenetsiz ve gereksiz!
Bence aşk dünyayı sevme değil, tam anlamıyla hayata sövme halidir."Yazdıklarımı yeniden okuduğumda kıkırdamadan edemedim. Evet, aşka karşı bakış açımın özeti gerçekten de buydu. İnanmazdım ben öyle saçmalıklara, hayatımı yöneten güç kalbim değil mantığımdı.
Aşka inanmıyordum, çünkü hayatım boyunca bunun varlığına dair hiçbir umut ışığı görmemiştim.
Ben, beni doğururken ölen bir annenin ve yerim kalan bir bebeğin sorumluluğunu almak istemediği için beni daha kundaktayken terk edip giden bir babanın çocuğuydum.
Küçük halam ve dedem sahiplenip büyütmüştü beni, onların sayesinde hayata tutunmuştum.
Ne yapsam hakkını ödeyemezdim onun, bütün gençliğini beni büyütmeye adamıştı. Ben büyüyüp lise çağına gelene kadar evlenmemişti bile. Hayatını beni merkeze alacak şekilde yaşamış, güzel yerlere gelmem için var gücüyle çalışmıştı.
On dördüncü yaşıma bastığımda, yani liseye giriş sınavlarına hazırlandığım sırada hayatına biri girmişti ama o yine beni düşünerek evliliğe uzak durmuş; önceliği kendine vermemişti.
Ben de biraz büyümüş ve yaşananların farkına varmış olduğum için bu yatılı okulun sınavlarına hazırlanmış, hedefimi tutturarak yüzde yüz burslu bir şekilde kazanmış ve doğup büyüdüğüm Eskişehir'den ayrılıp buraya, İzmir'e gelmiş; yıllar sonra ilk defa halama kendi hayatını yaşanması için alan açmıştım.
Zira ben onun yanında olduğum sürece önceliği asla kendine vermeyecekti, onu bu durumu bilecek kadar iyi tanımıştım.
İyi ki de yapmıştım bunu. Tam burslu kazandığım ve yeteneğimle ilgili bir alanda eğitim alacağım için yanından ayrılmama hiç ses çıkartmamıştı. O da artık bir yuva kurmalı, mutlu olmalıydı.
Buraya geldiğimden beri her hafta en az iki kere görüntülü konuşuyorduk, geçen yaz evlenmişti o adam ile. Artık bir aile kuruyordu ve ben onun için çok mutluydum.
Haliyle hayattaki önceliğim aşk değil, hedeflerdi. Benim lügatımda aşk diye bir şeye yer yoktu.
Düşüncelerimden sıyrılıp yazımın altına gelen yoruma döndüm ve kısa paragrafı okumaya başladım.
"Yanılıyorsun. Bence aşk, insanı canlı kılan, gerçekten yaşadığını hissettiren yegane histir.
O kadar kontrol dışı gelişir ki ne yolunu seçebilirsin ne de yönünü. Onun rüzgarına kapılıp gidersin sadece.
Ama yaşarsın. O, öyle güçlü bir duygudur ki kontrolün dışında gelişmesine rağmen her şeyi iliklerine kadar hisseder; en derinlerinde yaşarsın.
Ve bence sen kontrol edemeyeceğin bu akıntıya kapılıp yönünü kaybetmekten korkuyorsun. Yoksa bu kadar öfkeli yaklaşmazdın. Şimdi sorarım sana. Neden bu kadar kalın tuğlalar örülü etrafında? Neden kalbinin sesini duymaya bu kadar karşı duruyorsun?"🐚🐚🐚
Lütfen oy vermeyi unutmayın.. ☺️😇
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KAPIYI KIRINCA (KİTAP OLDU)
ContoAşk tohumları, bir insanın kalbine nasıl yerleşirdi? Nazikçe kapıyı çalıp içeri girmek için izin mi isterdi? Yoksa kural tanımaksızın kapıları kırıp bir anda hayatının ortasında mı belirirdi? Aşkla arasındaki tek ilişki, onun yeddi ceddine sövmekten...