Kollarımı, kendime çektiğim bacaklarıma sararken çenemi dizime yasladım. Yaklaşık bir saattir karanlık havaya eşlik eden birkaç kuş sesi, yurt odalarından sızan ışıklar ve ilerideki kamelyalardan gelen konuşma sesleri eşliğinde, öylece oturuyordum.Saat akşam dokuz falandı ve ben günler sonra ilk defa akşamın bir vakti tek başıma, bahçedeki banklardan birinde kukumav kuşu gibi oturuyordum.
Rüzgar'la olan dersimizden sonra kendimi apar topar yurt odasına atmış, Beren gelmeden duş alıp yatağıma bir deve kuşu misali kafamı gömerek yatmıştım. Akşam yemeğine de inmemiş, onlar Batuhan'la birlikte film izlemeye karar verip beni de çağırdıklarında ise hava alacağımı söyleyerek kendimi bahçeye atıvermiştim.
Kaçın kurası olan Beren Cengiz tabi ki huylanmış, neler olduğunu sorgulamıştı; şimdilik kaçabilmiştim ama elbet olan biteni dökülecektim.
Sıkıntıyla nefesimi verdim ve bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Uzun zamandır bu kadar utandığımı, kendime bu kadar kızdığımı hatırlamıyordum. Baya rezil olmuştum yani! Kelimenin tam anlamıyla rezillikti.
Hafta sonunu onu görmeden geçirebilirdim belki ama pazartesi el mecbur yüz yüze gelecektim. İşte o zaman ne yapacaktım, nasıl yüzüne bakacaktım; bilmiyordum.
Ben, Arya Barlas. Resmen utanıyordum!
"Arya." Duyduğum tanıdık sesle bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde Kaan'ı gördüm. Bu saate burada ne işi vardı ki? "Kaan, selam." Dudaklarıma zoraki bir gülümseme yerleştirdim. Yalan söyleyemezdim, şu an hiç gülecek halde değildim.
"Oturabilir miyim?" Bankı işaret ettiğinde yaptığım kabalığın karşısında kendimi kötü hissettim ve hızla kenara kaydım. "Tabi." Boş bıraktığım yere oturduğu sırada ben de oturuşumu düzelttim. "Nasılsın? Biraz dalgın gibiydin dışarıdan bakıldığında." Sorusu üzerine başımı salladım. "Yorgunum biraz, ondandır. Sen nasılsın?"
"İyi, spordan sonra biraz yoruldum gerçi." Cümlenin sonuna doğru bıyık altından gülmesi ile ben de güldüm. Rüzgar bugün ikimizin de pestilini çıkarmıştı!
"Alanımız değil, yorulacağız. Ne yapalım?" Bugün olanları zihnimin karanlık köşelerine atmaya çalışırken konuştum. Düşündükçe daha da çıkmaza giriyordum.
"Doğru, idare edeceğiz bir şekilde." Bana cevap verdikten sonra aramızda kısa süreli bir sessizlik oluştu. Saniyeler sonra bunu bozan ise yine Kaan oldu. "Arya, ben sana bir şey sormak istiyorum."
Parmaklarıyla oynamaya başladığında odağım oraya kayarken gördüğüm bir ayrıntı dikkatimi çekti. Bileğinde yuvarlak boncuklardan oluşan bir bileklik vardı ve taşların rengi yeşildi.
İstemsizce gözlerimi kırpıştırırken "Tabi, sor." dedim ama odağım hâlâ bilekliğin taşlarında, daha doğrusu rengindeydi. "Yarın ya da pazar günü müsaitsen beraber Konak'a gidelim mi? Birlikte vakit geçirmiş oluruz." Tedirgin sesi kulaklarıma dolduğunda söylediği şeyi anlamam birkaç saniyemi buldu.
O, bana bakmayı sürdürürken ona bakıyormuş; dinliyormuş gibi görünsem de kafamda dönen tek bir şey vardı. Duyuyordum, görüyordum ama kafamı asla başka bir şeye veremiyordum.
Acaba gördüğüm şey bir işaret, bir simge miydi?
Daha doğrusu, Yeşil İstiridye aslında Kaan olabilir miydi?
🐚🐚🐚
İşler git gide karışıyor.. 😅
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KAPIYI KIRINCA (KİTAP OLDU)
KurzgeschichtenAşk tohumları, bir insanın kalbine nasıl yerleşirdi? Nazikçe kapıyı çalıp içeri girmek için izin mi isterdi? Yoksa kural tanımaksızın kapıları kırıp bir anda hayatının ortasında mı belirirdi? Aşkla arasındaki tek ilişki, onun yeddi ceddine sövmekten...