Zaman bence hem çok net hem de aşırı derecede belirsiz bir kavramdı. Tanımının ne olduğunu biliyordunuz, bu konuda herkes hemfikirdi.Bir gün kimine dakikalar kadar hızlı gelirken kimi için geçmek bilmiyordu mesela. Tanımı çok netti ama aynı zamanda kişiden kişiye göre de değişen bir şeydi yani. Koca bir belirsizlikti.
Benimse son on günüm neredeyse ışık hızında geçmişti.Karşıyaka'dan dönerken metroda yaşadığımız o olayın, daha doğrusu karate takımındaki kızların bizi kurtarmasının üzerinden tam on gün geçmişti. Yeni sistemdeki ikinci haftamızı bitirmiş, üçüncüyü ise yarılamıştık.
Aksiyon içinde geçen bir hafta sonunun ardından pazartesi Rüzgar ve Kaan'la matematik dersi tabi ki akıl sağlığım zorlar bir raddede geçmişti.
Kaan'ın bana test getirdiğini görünce zıplayan kaplumbağa görmüş gibi bakan Rüzgar'la olan atışmalarımız son hız devam ederken çarşamba günü dans dersinde kendisi tabi ki yine sabır limitlerimi zorlamıştı.
Neyse ki ilk derse göre adımları ve duruşu düzelmişti de bardağın dolu tarafına bakmam için küçük de olsa bir dayanak bulmuştum kendime.
Kaan zaten iyiydi, daha da iyi olacak gibi duruyordu. Yatkınlığı vardı dansa, dönem sonuna kadar güzel bir performans sergileyecek raddeye gelir diye umuyordum.
Aramız da fena değildi. Batuhan'ın otobüste söylediği şeyi pek umursamamıştım açıkçası, öyle bir niyeti var gibi durmuyordu çünkü. Durduk yerde de öküz altında buzağı aramaya gerek yoktu.
Hafta içi bana getirdiği testlerden çözemediğim birkaç soruyu dans dersinden sonra ona göstermiştim; ama bu sırada Rüzgar devesi nedenini anlayamadığım bir şekilde dibimizde bitmiş, sanki çok umurundaymış gibi Kaan'ın soruları anlatmasını benimle beraber dinlemişti.
Cuma günü onun sırası geldiğinde ise benim için zaman kavramını durduran, sinir ve endişe katsayımı katlayarak arttıran o bir saat kendisi için epey bir eğlenceli geçmişti.
Başta yine ilk derste yaptırdığı hareketleri yaptırmış, sonra havuzda sırt üstü yatıp kendimi bırakmamı istediğinde ise tabi ki durumlar karışmıştı. Havuzda olmamızı önemsemeden yüzüne sıçrattığım sular karşısında kahkaha atarken benim halimden baya bir keyif almıştı.
Ama benim için intikam denilen şey soğuk yenilen bir zeytinyağlı yemek gibiydi. Beni anksiyete sahibi yapmasının bedelini dans dersinde burnundan getirecektim tabi ki!
Benden o gün öyle bir performans çıkmayacağını anlayınca başka egzersizler yaptırarak suya iyice alışmam için çalıştırmıştı gerçi. Yani ders öyle böyle geçmişti. Ve ben yine cuma gecesini pestilim çıkmış bir vaziyette geçirmiştim.
Geçen bu on günde Yeşil İstiridye ile muhabbeti ise iyiden iyiye ilerletmiştik.
Ben, kırdığım saçma pottan sonra hafta sonu bir şey yazmaya cesaret edemesem de pazartesi o mesaj atmış; öyle şeyleri önemseyecek bir yapısı olmadığını söyleyerek takılmamam gerektiğini hatırlatıp izlediği bir filmden konu açarak konuşmanın ilerlemesini sağlamıştı.
Sonrasında diğer günlerde ders aralarında ve akşamları vakit bulduğumuzda konuşmaya devam etmiş; kitaplardan uyarlanan filmlerle ilgili başladığımız konuşmayı hafta sonuna doğru aslında Türkiye'de gezilecek ne kadar çok tarihi yer olduğuyla ilgili bir muhabbeteyken bırakmıştık.
Ben cumartesi ve pazarımı bu yeni sistem yüzünden biraz aksattığım provaların telafileriyle geçirdiğim için pek konuşamamıştık.
Batuhan, Beren ve ben bütün hafta sonumuzu canımız çıkana kadar tekrar yaparak geçirirken Ömer değişi ise Batuhan'ın anlattığına göre Buse'nin çok sevdiği bir markanın makyaj çantasını bulmak için şehir merkezine gitmişti.
Onu da böyle kabullenmiştik işte, ne yapsak vazgeçiremiyorduk. O yüzden salmıştık ipini. Sorgulamıyorduk hiçbir hareketini.
Şimdi de Batuhan'ı o muhteşem ikiliye Türkçe anlatmaya yollamış; Beren'le beraber dans dersinin başlamasını, daha doğrusu öğrencilerimizin gelmesini bekliyorduk.
Gerçi Kaan çoktan gelmişti, bugün ilk onunla çalışacaktım çünkü. Ama Rüzgar diye tabir ettiğimiz deve hâlâ ortalarda yoktu.
"Ay Alper geldi, ben başlıyorum canım. Anca öğrenir zaten bu odun! Sen de istersen geç artık, zaten Kaan burada." Beren'in ardı ardına sıraladığı cümlelerle ona dönerken daldığım dipsiz kuyulardan çıktım. "Efendim, ne dedin?"
"Hey maşallah Arya! Dalmayı geçtin, artık sondaja başlayacaksın ama!" Gözlerini belerterek söylendi. "Geç de Kaan'la çalışmaya başla diyorum. Bak çocuk orada yalı kazığı gibi dikilmiş, duruyor. Yazık."
Bakışlarıyla işaret ettiği tarafa baktığımda Kaan'ın köşede bir yerde durmuş, bana baktığını görünce yüzüme hafif bir gülümseme yerleştirdim. "Doğru dedin, ben de başlayayım en iyisi. Öteki uyuz kesin bir yerlerde takılıyordur yine."
"Rüzgar'la olan bu muhteşem uyumunuz beni benden alıyor valla." Kıkırdarken yarım ağız söylediği şey üzerine dirseğimi kendisine geçirmiş bulundum. "Almayayım ayağımın altına, geç dersini anlat."
"Peki hayatım, emredersin!" O ise benim sinirli konuşmamın aksine gülmeye devam ederken asker selamı verdi ve kendisini beklemekte olan çocuğun yanına doğru ilerledi.
Ben de onun ardından ters tarafta bekleyen Kaan'ın yanına doğru adımlamaya başladım. Çocuk yeterince beklemişti zaten, artık başlamamız lazımdı.
"Hazır mısın derse?" Aramızda iki adımlık bir mesafe kaldığında durup yüzüne baktım. "Hazırım hocam." O da aynı şekilde gülerken cevapladı. Geçen haftaki dersimizden sonra bana nedense böyle hitap etme kararı almıştı. O yüzden dediği şeye takılmamıştım. "Başlayalım o zaman."
🐚🐚🐚
Lütfen oy vermeyi unutmayın.. ☺️😇
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK KAPIYI KIRINCA (KİTAP OLDU)
Historia CortaAşk tohumları, bir insanın kalbine nasıl yerleşirdi? Nazikçe kapıyı çalıp içeri girmek için izin mi isterdi? Yoksa kural tanımaksızın kapıları kırıp bir anda hayatının ortasında mı belirirdi? Aşkla arasındaki tek ilişki, onun yeddi ceddine sövmekten...