Cumartesi sabahı kahvaltı yaptıktan sonra hazırlanmak için ablamla odaya çıktık. Ablam odamdaki bohçaları son bir kez daha kontrol ettikten sonra giymek için elime aldığımı elbiseyi elimden çekip dolaba geri asıp başka bir elbise çıkarıp bana uzattı.
"Bunu giymelisin bence."
"Benim canım diğerini giymek istiyor."
"Ama bu sana diğerinden daha çok yakışıyor."
Bir süre onunla atıştıktan sonra kendi istediğim elbiseyi giydim. Hem ben bu elbisemi çok seviyordum. Kendime çok yakıştırıyordum. Üzerine eşarp seçip ikisini de sandalyemin üzerine koyduktan sonra merak ettiğim bir şeyi sordum.
"Siz Yusuf'a bu kıyafetleri aldınız ama onun beğenip beğenmeyeceğini bile bilmiyorsunuz. Sizce de biraz..."
Cümlemi tamamlayamadan ablam tek kaşını havaya kaldırıp "Kim demiş, bilmiyoruz diye" dedi.
"Ben diyorum."
Ablam bana gülümseyip "Nazlı ayakta uyuyorsun resmen." dedi.
Bu söze alındığım için hafiften hırçınlaşıp "Hiçte bile." demiştim.
"Sevgili kardeşim, görüyorum ki haberin yok, seni aydınlatayım. Yusuf nişandan sonra bizimkileri arayıp hal hatır soruyor, onlarla sohbet ediyordu. İşte annem de Yusuf'un bu yakınlığını görünce alışverişe çıktığımız gün kıyafetlerin fotoğrafını çekip Yusuf'a gönderdi. Ve Yusuf'un beğendikleri alındı."
Yusuf'un ailemle konuşuyor olduğunu yeni öğrendiğim için şaşkınlık yaşasam da bizimkilere karşı olan bu tavrı çok hoşuma gitmişti. Aileme gösterdiği bu değer karşısında bir gururlanmıştım. Ve galiba bu hissettiklerimi onun da yaşaması için daha çok gayret göstermeliydim.
"Abla niye anneme mani olmadın. Başının etini yemiştir, aradığına arayacağına pişman etmiştir."
"Yok öyle korktuğun gibi olmadı. Onlar gayet iyi anlaşıyorlar sen merak etme."
Annem damadını çoktan benimsemiş de arkamdan iş çeviriyorlarmış. Niye kimse bana bunlardan bahsetmemişti. Pabucum dama atılmış resmen. Küçük bir kıskançlık baş gösterirken onu Yusuf'un bu inceliği ve nezaketi yok etmişti.
***
Gülezar konağına ilk adımımı attığım da dışarısı gibi içerisini de çok beğenmiştim. Kapıdan girince bizi büyük bir avlu karşılıyordu. Biraz ileride bir süs havuzu vardı. Süs havuzunun ilersin de oturmak için bir divan vardı. Sol tarafta bahçe için olan geniş sandalyelerden vardı. Bir tane de masa yer alıyordu. Sağ tarafta mutfak kısmına açılan kapı vardı. Yine avludan açılan iki kapı daha vardı ama onların arkasında gizlenen odaların ne olduğunu bilmiyordum. Divanın olduğu yerin birkaç adım ötesinde üst kata çıkan merdivenler vardı. Başımı şöyle bir kaldırdığım da bu heybetli taş konağı beğenmemek elde değildi. Ürgüp'ün tarihi havasını ruhunda barındırıyordu.
Bizi hemen hemen tüm aile avluda karşılamıştı. Sıcak ve samimi karşılamanın ardından avludan geçip üst kata çıktığımızda oymalı bir kapıdan içeriye girdik. Buradan erkeler sağ tarafa salon kısmına geçerken biz de sol tarafa oturma odasına geçtik. Gerçi oturma odaları da salon kadardı ama konağın genelini düşününce şaşırmıyordum.
Elimizdeki bohçaları aldıktan sonra öpme, sarılma faslını da geri bırakıp koltuklara kurulduk. Hal hatır sorma kısmı da geçince hazırlanan ikramlıklar dağıtıldı. Ben Ayşe ve Hilal ile oturmuş, bir yandan sohbet edip bir yandan da yemek yiyorduk. Ayşe'yi birlikte dışarıya çıktığımız günden beri daha yakın hissediyordum kendime. Zaten onunla anlaşamayan biri olursa sorun Ayşe'de değil, o kişiden kaynaklanıyordur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tevekkül-ü Aşk
Spiritual-TAMAMLANDI- Tevekkül, yalnızca Allah'a olandır. Bir tek O'na teslim olmak ve bir tek O'ndan beklemek her şeyi. Bunun bilincin de olan bu iki insan da Allah'ın onlara nasip ettiğinden öteye gidemeyeceklerdi. Çünkü aşk, ansızın kapıyı çalıp yavaşça...