40- Aşk ve Şifa

4.2K 371 41
                                    


Mustafa amcanın yanına geldiğim de beni oldukça güler yüzle karşılamıştı. Ayaküstü birkaç dakika sohbet ettikten sonra o gelen müşterileriyle ilgilenmeye koyulduğun da ben de kitapların arasında yine kedimi kaybederek, o muhteşem kokularıyla mest oluyordum.

Osmanlıca ve Farsça yazılmış eski kitapların olduğu bölmede elimde bir hazine tutuyormuş gibi sayfalarını incitmeden çevirdiğim bir kitabı incelerken karşıma çıkan Baki'nin bir gazelinde durup o dizelere nefes oldum.

" Bir lebi gonca yüzü gülzar dersen işte sen
Har-ı gamda andelib-i zar dersen işte ben

Lebleri mül saçları sünbül yanagı berk-i gül
Bir semenber serv-i hoşreftar dersen işte sen

Payine yüzler sürer her serv-i dil-cuyun revan
Su gibi bir aşık-ı didar dersen işet ben

Zülfü sahir turrası tarrar şuh-ı şivekar
Çeşmi cadü gamzesi mekkar dersen işte sen

Firkatinde teşne leb hatır perişan haste dil
Künc-i gamda bi-kes ü bi-mar dersen işte ben

Gözleri sabr u selamet ülkesini tarac eden
Bir amansız gamzesi Tatar dersen işte sen

Bakiya Ferhad ile Mecnun-ı şeydadan bedel
Aşık-ı bi-sabr ü dil kim var dersen işte ben"

Son kelimeleriyle birlikte yüzümde oluşan tebessümle okuduğum dizerler de elimi yavaşça gezdirirken duyduğum sesle kalbim yerinden çıkacak gibi hissetmiştim. Hemen yanı başımda duran adamın ne zaman geldiğini hissetmesem de okuduğum gazeli günümüz Türkçesiyle tekrardan bana okurken, işte o an elimle yüreğimi yokladım.

"Bir dudağı gonca, yüzü gül bahçesi dersen, işte sen
Gam dikeninde inleyen bülbül dersen, işte ben

Dudakları şarap, saçları sümbül, yanağı gül yaprağı
Bir göğsü parlak salınan servi dersen, işte sen

Servi ayaklarına yalvararak yüz süren
Su gibi bir yüzüne aşık dersen, işte ben

Saçı büyüleyen; kıvrım kıvrım saçları yankesici, nazlı bir şah
Gözleri cadı, gamzesi hilekar, dersen işte sen

Ayrılığında susamış dudak, perişan, gönlü hasta
Gam köşesinde kimsesiz ve hasta dersen işte ben

Gözleri sabır ve selamet ülkesini yama eder
Bir amansız gamzesi (yan bakışı) Tatar gibi yağmacı dersen işte sen

Ey Yusuf, Ferhat ile çılgın Mecnun'a bedel
Sabrı tükenmiş ve gönlü hoş bir âşık kim var dersen işte ben"

Onun dudaklarından benim için dökülen bu sözler ile gözümden bir damla yaş düşerken hemen onu yok edip yavaşça arkamı döndüm. Her kelimesini o kadar güzel, o kadar içten ve ahenkli söylemişti ki onun sesine aşık olmamak elde değildi? İçimden bir adam dedim, bir adam nasıl da böyle güzel şiir okur? Ah böyle güzel şiir okuyan adamdan hiç zarar gelir mi insana? Böyle içli, derinden konuşan adamanın aşkından hiç şüphe edilir mi?

"Çok güzel okudun."

Sesimi bulduğumda fısıltı gibi döküldü kelimeler.

"Sağ ol..."

Gerçekten sadece sağ ol mu?

"Yalnız bir yeri yanlış söyledin?"

Baki demek yerine kendi ismini söylediğini ima ederken, o bunu hemen anlayıp hafifçe gülümsemişti.

"Yanlış değil, sevdiğim bir Nazlı yârim var. Onun aşkı sayesinde Ferhat'a da Mecnun'a da meydan okuyorum."

Kalbim kanatlanmış, bir kuş gibi uçacaktı sanki. Ben bu adamı hak edecek ne yapmıştım bilmiyorum. Yüzüm sözleriyle kıpkırmızı olurken onun yanında ne denli çok utandığımı fark ettim. Ellerimin içi terlerken, dudaklarım gülümsemekten bitap düşmüştü. Gözlerim tıpkı yüreğim gibi aşk ateşinde yanarken ona bakmamak, ona dokunmamak çok zordu. Onun varlığıyla dolup taşmak isterken ondan uzak durmak çok zordu. İkimizde sesli bir nefes bırakırken imdadımıza Mustafa amca yetişti. İyi ki de yetişmişti. Yoksa gözlerim onun yeşillerini bulup, orada sonsuza kadar takılı kalmak için çok hevesliydi.

Tevekkül-ü AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin