13- Kader olabilir mi?

4.8K 397 19
                                    



Karşımda duran adamın o yosun yeşili derin gözlerine bakarken beş gündür içimdeki boşluk hissinin kıpırdanmaya başladığını hissedebiliyordum. Sanki aradığı şeyi bulmuş gibiydi. Sanki bu adam olmasa o hiçlik hep orada benimle baki kalacakmış gibiydi. Bu durum beni korkutuyordu. Korkum ise beni her zamankinden daha hırçın daha fazla asi yapmaya yetiyordu. İşte bu yüzden değil miydi ki içimde oluşan bu tuhaf hisleri bastırmak için duygularımın tam tersi yönüne hareket etmem? Bu yüzden değil miydi bu adama biraz sonra kusacağım öfke?

Gözlerimi hızla gözlerinden çekip sanki maraton koşmuşum da nefessiz kalmışım gibi düzensiz atan kalbimi ve nefesimi düzene sokmaya çalıştıktan hemen sonra konuşmaya başladım.

"Bu kadarı da yeter ama. Siz gerçekten beni takip etmediğinize emin misiniz?"

Söylediklerim ardından onun da şaşkın olduğunu görebiliyordum. Birkaç saniye bir şey söylemeden öylece dursa da o küstah ifadesini hemen bürünüp konuşmaya başlamıştı.

" Asıl siz beni takip etmediğinize emin misiniz?"

"Ben neden sizi takip edecekmişim ki?"

Kendimi direk savunmaya geçerken bulduğum da onun dudaklarının hafifçe yukarıya doğru kıvrıldığını görmüştüm.

"Komik mi?"

Çıkışıma başını hayır anlamında salladıktan sonra tekrardan konuşmaya başlamıştı.

" Sizce de sürekli karşılaşıyor olmamız tuhaf değil mi?"

"Eğer beni gerçekten takip etmiyorsanız... tuhaf, evet"

Sesim başta sinirli ve yüksek çıksa da sona doğru kısılmıştı. Eğer bu adam beni takip eden bir sapık değilse gerçekten de sürekli karşılaşıyor olmamız çok tuhaftı.

"İnanın sizi takip etmiyorum. Ben buralıyım ve burası oldukça küçük bir yer."

O bu cümleyi kurduğunda 'Ama Ankara büyük bir yer' demek istedim fakat sonra bundan vazgeçtim.

İkimizde yan yana batan güneşe doğru dönük konuştuğumuzda daha fazla burada durmak istemiyordum. Hem zaten hiç tanımadığım bir adam hayatımın her alanına girmeye çalışıp beni günaha sevk ediyordu.

"Gerçekten kader olabilir mi?"

Kendi kendine sessizce fısıldadığı bu sözlerle hızlıca ona dönmesem de o bunu fark etmiş gibi durmuyordu. Daha çok demin söylediği cümleyi tartıyor gibi gözüküyordu. Elini sakallarına çıkarıp ovuştururken onun söylediği bu şeyi duymazdan gelmek en iyisiydi. Yani kader derken neyi kast ettiğini anlamamıştım ve bunu ona sorarak rezil olmak istemiyordum. Arkamı dönüp gidecekken sesini duymamla durmuştum.

"Bir sonra ki karşılaşmamız nerede olacak şimdiden merak ettim."

Sinirle ona dönüp "Cehennem de..." deyip hırsla yürümeye başlamıştım. Beni sinirlendirmek için bilerek mi yapıyordu bu küstah tavırları yoksa gerçekten küstah mıydı emin olamıyordum. Bir de utanmadan bir daha ki karşılaşmadan falan bahsediyordu. Onu bir daha görürsem bu sefer kafasına taş atacaktım.

Oturduğumuz masaya geldiğim de sadece Meltem vardı. Daha doğrusu terasın oradaki adama dikkatlice bakan Meltem vardı desem daha doğru olurdu.

"O kimdi?"

"Kim kimdi?"

Anlamamış gibi sorusuna soruyla karşılık verdiğim de bakışlarını adamın sırtından çekip bana yönlendirmişti.

"Biraz önce konuştuğun şu adam yahu."

"Bilmiyorum kim olduğunu. Öyle birkaç bir şey söyledi o kadar."

"Allah Allah bana çok tanıdık biriymiş gibi geliyor. Nette göremiyorum ki buradan."

"Allah bilir kim, boş ver. Hem Neslihan nerede?"

Biran önce konuyu değiştirip o adamın mevzusunu kapatmalıydım. Zira kendisi hayli sinirlerimi bozuyordu. 

"Aa o gitti ya. Okuldan bir öğretmen aradı. Bir şeyler dedi de çok anlamadım. Evde sorarız."

"Tamam o zaman bizde gidelim."

Bunu der demez masadaki çantamı alıp koluma takmış ona hadi kalk gibisinden işaret etmiştim. Kalkıp yürümeye başladığımızda arkasına dönüp adama bir kez daha bakıp sonra da neyse der gibi bir yüz ifadesiyle yürümeye başlamıştı.

Aslına bakarsam Meltem'in o adamı tanıyor olabileceği ihtimali vardı. Sonuçta ben o adamı evde görmüştüm. Mustafa amca ile tanışıklığı vardı. Bu yüzden eve gidip geliyor olabilirdi. Bu yüzden Meltem de onu tanıyordu. Evet evet çok yüksek ihtimalle böyleydi.

Büyük ihtimalle Meltem'e adamı sorsam bir şeyler söyleyebilirdi.

Nasıl biriydi ki bu adam. Yani öyle merak ettiğimden değil de sürekli karşıma çıktığı içindi. Gerçi Mustafa amcaya usta demişti. Yani Mustafa amcanın yanında ipsiz sapsız birisi olamazdı herhalde. Üstü başı da pek düzenliydi. Kıyafetlerinin kaliteli olduğunu da göz önünde bulundurursak hali vakti de yerin de olsa gerekti. Aman Allah'ım içime teyzem kaçmış gibi konuşuyordum. Nasıl biriyse biriydi. Bundan bana neydi.

"Yanakların kıpkırmızı olmuş. Üşüdün mü?"

Meltem'in sorusu ile girdiğim girdaptan kurtulup elimi yanaklarıma götürdüğüm de sıcacıktı. Bu kızarıklık hiçte üşümeye benzemiyordu ama bunu itiraf edecek değildim.

"Galiba biraz üşüdüm."

"O zaman biraz hızlı yürüyelim de hastalanma. Buranın akşamları sert geçer."

"Olur, yürüyelim."

İkimizde bir daha konuşmadan sessizce yürümüştük. Gerçi benim zihnimin sesi biran olsun susmamış beni sıktıkça sıkmıştı sorularıyla.

***

Yatağımda öylece oturur şekilde uzandığım da odamın kapısı tıklatılıp Melek teyze girdi içeriye. Elinde getirdiği ıhlamuru bana uzatırken " İçine çubuk tarçınla bal da koydum. Bunu içince Allah'ın izniyle bir şeyin kalmaz." demişti.

Ihlamuru onun elinden alırken dün gerçekten üşüttüğümü fark etmemiştim. Sabah kalktığım da üzerimde bir kırgınlık vardı. Bir de sürekli hapşırıp durunca Melek teyze beni direk yatağa postalamış ve bolca dinlenmem gerektiğini söylemişti. Şimdi de elinde ıhlamur ile gelmişti.

" İnşaAllah hemen atlatırım."

"Merak etme kuzum ben bakarım sana"

Sözlerinin ardından saçımı okşayınca aklıma hemen annem düşmüştü. Ah daha iki hafta olmasına rağmen nasıl da özlemiştim onu. Gözlerim dolacak gibi olsa da hemen kendimi toplamıştım.

"Sağol Melek teyze."

"Ne demek kuzum benim. Siz önce Allah'a sonra bana emanetsiniz. Hadi şimdi güzelce iç bunu. Sonra da yat dinlen. Bir şey istersen de seslen bana. Sakın kendin kalkma emi yavrum."

"Tamam."

Tebessüm ettiğim de o da bana gülüp çıkmıştı odadan.

İnsan en çok böyle durumlarda ailesini arıyordu. Şimdi evde olsaydım babam bir yandan annem bir yandan çabalar dururdu. Babam hemen hastaneye gidelim hadi dediğin de annem hastaneye gerek yok ben bakarım diye karşı çıkardı. Hemen bir tarhana çorbası yapar. Sıcakça içirdikten sonra kendi hazırladığı o tuhaf karışımı zorla yedirir terlemem için yatağın içine sokardı. Ne tuhaftır ki bu yaptığına sinirlensem de gayet iyi gelir hemen toparlardım kendimi. Galiba büyümek, evden uzakta olmak anılara hasret kalmak demekti. Ah bu hastalık insanları olduğundan daha duygusal hale getiriyordu.

Ihlamurumu içtiğim de gözlerim kendiliğinden çoktan kapanıp huzursuz bir uykunun inine doğru çekilmişti. Uyuduğum her vakit karışık tuhaf rüyalar görüp durmuştum. Dinlenmek yerine daha fazla yorulmuştum sanki. Rüyanın o soğuk duygusuz döngüsünde yuvarlanıp durdum tüm gün. 

Tevekkül-ü AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin