24- Salıncak

4.6K 405 17
                                    


Mevsimler gelip geçerken, biraz daha sona yaklaşıyor, sayılı olan nefesimizden biraz daha eksiliyordu. Gündüzler geceye, geceler de gündüze devşirilirken, günler ayları kovalıyor ve ömrünüz de sessizce akıp geçiyordu.

Bu meşakkatli kovalamacanın içinde sonbaharın bize sunduğu bu güneşli pazar gününün tadını çıkarmak için bahçedeki çardakta keyifli bir kahvaltı yaptık. Gülüşmelerin hava da uçuştuğu, çayın demini alana kadar muhabbetlerin sürdüğü kahvaltının ardından herkes ayrı bir köşeye dağılmıştı. Kimisi odasına çıkarken, kimisi mutfağa, salona geçmişti. Meltem ile Neslihan da hazırlanıp, biraz dolaşmak için dışarıya çıkmışlardı. Tabii bana da teklif etmişlerdi ama kaç gündür yağmurlu havalardan sonra gelen bu güneşli günde dolaşmak yerine zamanımı bahçe de kitap okuyarak geçirmek çok daha cazip gelmişti.

Bu yüzden öğle namazını kılıp kitabımı ve kalemimi yanıma aldıktan sonra bahçeye çıkıp, güneşin yüzümü okşayacağı şekilde oturup bir süre gözlerimi kapatıp bu anın tadını çıkardım.

Daha sonra elimdeki kitaptan kaldığım sayfayı açıp okumaya koyuldum. Gerçek dünyadan soyutlanıp kitabın dünyasına girdim. Her bir olay, her bir konuşma birer birer akıp geçerken gözlerimin önünden hepsini iyice sindirmek için birkaç kez aynı yeri tekrarladığım, altını çizdiğim kelimelerin üzerinde oyalanıp, kendi hayal dünyam da yeni bir anlam kazanmasını bekledim.

Bir süre sonra da okuduğum yerleri zihnime iyice yerleştirmek, içselleştirmek için kitabın kapağını kapatıp aklımdaki sorularla baş başa kaldım. Olayların nasıl ilerleyeceğine dair tahminler yürütüp, zihnimde birçok senaryoyu canlandırmalı, hangisinin çıkıp çıkmayacağını düşünmeliydim. Okumadığım her bir sayfayı merak edip, tahminler yürütmeliydim. Her bir karakterle ayrı ayrı oturup sohbet etmeli, neyi neden yaptığını anlamaya çalışmalıydım. Kimsenin kimseyi anlamadığı bu dünya da biraz da olsa anlaşıldığını hissetmesi gerekiyordu her bir karakterin.

Kitabın kapağında parmaklarımla dairler çizerken gözlerim çınar ağacının dalından aşağıya doğru sallanan salıncağa kaydı. Gözlerimde anında bir parlama olurken, içimdeki çocuk çoktan hareketlenmiş salıncağın yanına gitmişti. Ellerimi salıncağın hasır ipinde gezdirirken annemin 'sen artık çocuk değilsin oralarda da ona göre davran' sözü kısa bir an geçse de bunu pekte umursamayıp anında kuruldum salıncağa. Halatları iki elimle sıkıca kavrayıp, önce yavaşça başlayan sonra da hızlanan yolculuğuma başlamıştım.

Her bir yukarıya çıktığımda, çok daha fazlasını istiyor hızımı biraz daha arttırıyordum. Mideme doluşan heyecan, rüzgarın tenimdeki varlığı, ayaklarımın yerden kesilmesi ve o muhteşem gökyüzüne olan hasretimle sanki kanatlarım varmış gibi hissediyordum. Her hızlanışım da ağzımdan kucak dolusu kahkahalar dökülüyor, gözlerim gökyüzünün maviliğini kucaklıyordu.

Her bir saniye hızımda kahkahalarım da artarken o dudaklardan işittiğim sözlerle kalbimde işin içine girip kahkahalarımı bastırıp, varlığını en güçlü şekilde göstermeye başladı.

"Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk,

Hiçbir yere gitmiyor."

Gözlerim gökyüzünün mavisinden yeryüzünün yeşili ile kısa bir an buluştuğunda elim ayağım birbirine dolaşmıştı. Duyduğum o şairane sözlerin etkisiyle mi bu hale gelmiştim, yoksa o yeşilin en güzel tonu mu beni bu hale sokmuştu? Aklımda bilmediğim sorular kol gezerken son bir kez gökyüzünü içime çekip hızımı azalttım. Salıncak iyice yavaşlamaya başladığında ise de her zaman yaptığım gibi durmasını beklemeden üzerinden ileriye doğru atladım. Tabii kısa bir an baş dönmesi ve denge problemi yaşayıp düşecek gibi olsam da Allah'tan öyle bir şey olmamıştı.

Tevekkül-ü AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin