Güneş ihtişamıyla Ürgüp'ün üzerinde gezinirken, herkes biliyordu ki bu güneşli günlerin çekip gitmesine az kalmıştı. Bu taştan kentin yaprakları sararıp dökülmeye, kışa hazırlık yapmaya başladığını ispatlarcasına, akşam çıkan soğuk esintiye merhaba derken, sonbaharın o ruha dokunan kasveti de yavaş yavaş yerini alıyordu.
Gülezar konağı sakinleri de bu son güneşli günlerin tadını çıkartmak adına büyük terasta bir pazar kahvaltısı yapmış, ve evin dört bir yanına birbirlerinden habersiz bir şekilde dağılmışlardı.
Hafsa hatun duvardaki takvim yaprağının ekim ayını gösterdiği şu anlarda Ahmet beyi ilk gördüğü zamana, bundan tam 30 yıl öncesine gitmişti. 17 yaşında, naif, marifetli, güler yüzlü ama bir o kadar da zeki, kendine güvenen bir ağ kızıydı. Onunla evlenmek isteyen çok kişi vardı ama o, gelen kimseyi beğenmiyor, herkese ret cevabı veriyordu. Çevresindekiler ise bu davranışını ağ kızı olduğundan şımarıklık olarak görse de hafsa hatun bunun öyle olmadığını biliyordu. O kalbinin ritmini değiştirecek, gerçekten sevebileceği birini arıyordu. Ve o kişinin bir gün geleceğine dair umudu çok yüksek olduğundan, sabırla bekliyordu.
İşte o zamanlarda bütün genç kızların dilinde olan Poyrazların büyük oğlu Ahmet beyi görmüştü. Annesinin onlardan aldığı kilim de bir karışıklık olunca herhangi birinin göndermek yerine kalkıp konağa gelmiş bu genç delikanlı ile genç kızın bakışları kısacık bir an buluşunca, işte tam o an Hafsa hatun evleneceği adamı da bulmuştu.
Hafsa hatunun Ahmet beyi bu ilk görüşünün ardından günler, haftalar geçerken o bir daha bu genç delikanlıyı görmemişti ama onun ismini de şanını da duyuyordu. Annesinin yani Belkıs hanımın oğlu için baktığı kızların listesi kabarırken, birine evet deyip de evlenecek diye bir yandan içi giderken diğer yandan da onun kendisiyle evleneceğini biliyordu. İşte böyle geçen dokuz ayın ardından Belkıs Hanım hayırlı bir iş için gelecekleri haberini verince dünyalar onun olmuştu.
Herkese hayır diyen bu iki genç birbirlerine evet demiş, ve evlenmişlerdi. Hafsa hatun ile Ahmet beyin ilk görüşte aşkı Gülezar konağında dallanmış, budaklanmış, meyve vermişti. Bu taş duvarlar kadın ve adamın aşkına tanıklık etmişti. Tıpkı onlardan öncede birçok aşka ev sahipliği yaptığı gibi.
Hafsa hatunun şimdiki isteği ise yine bu taş konakta, bu duvarların oğlunun aşkına da tanıklık etmesiydi. Bu yüzden değil miydi, onun evlenmesini bu kadar istemesi? Onun bu duvarlara, kendi aşkını kazımasını istemesi. Düşüncelerinin yoğunluğuyla gözünde akmak için biriken yaşı silip, daha fazla beklemeden terasta oturan oğlunun yanına geçti.
Yusuf annesi gelince ayağa kalkmış, sonra da birlikte oturmuşlardı divana. Annesinin yüzünü incelerken ne olduğunu sorgular gibi bakıyordu. Hafsa hatun ise oğluyla dertleşmek için çoktan hazırdı.
" Bu konağa gelin geldiğim de 18 yaşındaydım. Tam 29 yıldır bu konağın derdiyle dertlenip, sevinciyle mutlu oldum. Bu taş duvarların içinde babanın aşkıyla büyüdüm ben. Seninle, kardeşlerinle büyüdüm, bu konakta oğlum. Bu konak, bu duvarlar, bu bahçe, oturduğumuz bu teras geçmişten beri büyük aşklara tanıklık etti. Zaten ismi de bir aşkın ismi."
Yusuf annesini dikkatlice dinlerken konağın isminin nereden geldiğini az çok biliyordu. Fakat annesi tekrardan konuşmaya başladığında düşüncelerini dağıtmadan yine annesine yöneltti.
"Yusuf, bu konakta artık senin aşkının yaşanmasının zamanı geldi. Her bir köşesine aşkının izlerini bırakmanın zamanı geldi oğlum."
Yusuf kısa bir an itiraz edecek gibi olsa da bundan vazgeçip annesinin sözlerini kabullendi.
"Ben artık bir gelinim olsun, bu konak yeniden çocuk sesleriyle dolsun istiyorum. Yusuf ben artık derdini de mutluluğunu da paylaşabileceğin diğer yarını bulmanı istiyorum. "
Annesinin son söylediğiyle gülümserken, Hafsa Hatun ilk kez oğlunun itiraz etmemesine hem sevinmiş hem de şaşırmıştı.
Bu konuşmanın ardından Hafsa hatun içeriye geçerken Yusuf bu konu üstünde düşünmeye başladı.
Yıllardır evlenmek istemediğini söyleyip durmuşken şimdi ne değişmişti de itiraz etmemişti? Şimdi neden karşı çıkıp ben evlenmek istemiyorum dememişti? Bunun nedeni adını bile yeni öğrendiği o kız mıydı? İnkar etmeye çalıştığı ama bir fırsatını bulup tam kalbinin üstüne çöken o kız mıydı? Neydi o kızı bu kadar düşünmesinin sebebi? Neydi o çocuksu hallerini, hınzır bakışını bu kadar özel yapan? Saniyelik tanıklık ettiği o kahverengi gözlerindeki ışıltı mı, yoksa onu içine çeken o sıcaklık mı? Hatasını kabul etmeyen o dik başlı yanından mı hoşlanmıştı yoksa? Neydi onu kalbinde bu kadar önemli yapan? Bu soruların cevabını nasıl bulacaktı, ya da bulabilecek miydi?
O kadının, adamın kalbini neden bu denli hızlı çarpıttığının nedeni bulabilecek miydi? Yoksa aşk dediğimiz şeyde bir neden aramak dünyanın en aptalca şeyi miydi? Aşk, nedensizce, hesapsızca birini sevmek değil miydi? Daha sen ne olduğunu anlamadan içinde bir hükümdarlık kurması, seni de istediği gibi kah bir köle, kah bir vezir yapması değil miydi? Ne kadar kaçarsan kaç kendini tam da ortasında bulman, onunla yaşadığın her bir saniyenin mutluluğuyla hayaller kurman değil miydi aşk?
Belki de Yusuf'un annesine itiraz etmemesinin nedeni, kendinin bile fark etmediği ama içten içe filizlenip, büyüyen bu aşka bu taş konağın tanıklık etmesini istemesiydi. Tıpkı bu konağın bir aşkın eseri olduğu gibi o da bu mirası yaşatarak, yeni bir aşka imza atmak istiyordu.
Bölümler kısa oluyor ama yazacak çok zamanım olmadığından, yazdığım kadarıyla paylaşıp, bekletmek istemiyorum. İnşaAllah çok uzun yazacağım zamanlar da gelecek. Allah'a emanet olun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tevekkül-ü Aşk
Spiritüel-TAMAMLANDI- Tevekkül, yalnızca Allah'a olandır. Bir tek O'na teslim olmak ve bir tek O'ndan beklemek her şeyi. Bunun bilincin de olan bu iki insan da Allah'ın onlara nasip ettiğinden öteye gidemeyeceklerdi. Çünkü aşk, ansızın kapıyı çalıp yavaşça...